Mesnevi-i Nuriye - page 218

buldukları çeşitler de definenin zevait ve teferruatından
olduğunu itikat eder. Mesele bu şekle girmekle, muvaze-
ne kayıp ve tenasüp zail olur. sonra meselenin hakikati-
ni keşif ve izah için tevilât ve tekellüfata başlarlar. Hatta
definenin inkârına bile zehap eden olur.
evet, sünnet-i seniye ile muvazene yapılmazdan evvel,
hemen meşhudatına itimat eden İşrakiyyun ile mutasav-
vıfenin eserlerini teemmül eden zatlar, şu söylediğime
hak verir, bilâtereddüt kabul ederler.
Arkadaş! kur’ân da o defineyi keşfetmek için o deni-
ze dalmıştır. Fakat, kur’ân’ın gözü açık olduğundan, de-
fineyi tamamıyla ihata ile görmüştür. Ve hakikate uygun
bir tarzda tenasüp ve muvazeneye riayet ederek, kemal-i
intizam ve ıttırat ile hakikati izhar etmiştir.
Arkadaş! nev-i beşerde envaen dalâlete düşen fırkala-
rın sebeb-i dalâletleri, imamlarının kusurudur. evet,
imamları bâtından bahsetmişlerse de, meşhudatlarına
itimat ve iktifa ederek, esna-i tarikten dönmüşlerdir. Ve
(1)
o
ABÉ n
«°r
Tn
G n
?r
æn
Y r
ân
HÉn
Zn
h Ék
Är
«°n
T n
âr
¶n
Øn
M
kavline mâsadak olmuş-
lardır.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Cenab-ı Hak seni ademden vücuda ve vücudun pek
çok eşkâl ve vaziyetlerinden en yükseği müslim sıfatıyla
insan suretine getirmiştir. Mebde-i hareketin ile son aldı-
ğın suret arasında müteaddit vaziyetlerin, menzillerin ve
adem:
yokluk.
bahis:
konu.
bâtın:
iç mana, açık ve görünür
mananın içindeki asıl mana, yalnız
kabiliyeti olanların anlayabildiği
hakikat.
bilâtereddüt:
tereddütsüz.
cevahir:
cevherler, elmaslar, kıy-
metli taşlar.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten ay-
rılmak, azmak.
envaen:
cins, olarak tür olarak.
esna-i tarik:
daha parlak yol, en
parlak yol.
eşkâl:
biçimler, suretler, şekiller,
tarzlar.
fırka:
topluluk, grup, cemaat.
hakeza:
böylece, bunun gibi.
hükmetme:
karar vermek, inanca
varmak.
ıttırat:
düzgün tarzda olma.
ihata:
kuşatma, içine alma.
iktifa:
yeterli bulma, kâfi görme.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki!.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
işrakiyyun:
gerçeklere ait bilginin
ancak riyazet yoluyla nefsanî duy-
gulardan arınan kalbe doğacağını,
sezgi ve ilham yoluyla marifetin
elde edileceğini kabul eden felsefî
akımın taraftarları.
itikat:
bir inanca, bir fikre bağlan-
ma, inanma.
itimat:
dayanma, güvenme.
izhar:
ortaya koyma, açığa çıkar-
ma, gösterme.
kavil:
söz.
kemal-i intizam:
intizamın mü-
kemmel oluşu, tam ve eksiksiz
düzen.
keşetmek:
gizli bir şeyi bulma,
meydana çıkarmak.
keşif:
gizli bir şeyi bulma, meyda-
na çıkarma.
kürevî:
yuvarlak, küre şeklinde.
mâsadak:
doğrulayıcı, tasdik et-
mek.
mebde-i hareket:
hareketin baş-
langıcı.
menzil:
durak, konak yeri.
mesele:
önemli konu.
meşhudat:
gözle görülen şeyler,
müşahede edilenler.
mutasavvıfe:
mutasavvıflar,
tasavvuf ehli olanlar, sofîler.
muvazene:
denge, ölçü.
muvazene:
mukayese, karşılaştır-
ma; ölçü, denge.
müştemilât:
şümulünde olan
şeyler, içinde bulunanlar.
müteaddit:
çeşitli, bir çok.
nakış:
işleme, süsleme.
nev-i beşer:
insanoğlu, insan-
lar.
riayet:
uyma, gözetme.
sebeb-i dalâlet:
dalâlete düş-
me sebepleri, Hak ve hakikat-
ten sapma sebepleri.
suret:
biçim, tarz, görünüş.
sünnet-i seniye:
Hz. Muham-
med’in (asm) yüce sünneti;
yüksek hâl, söz, tavır ve tas-
vipleri.
tahayyül:
hayale getirme, ha-
yalinde canlandırma.
tarz:
biçim, şekil.
teemmül:
inceden inceye, et-
raflıca düşünme.
teferruat:
ayrıntılar, dallar,
bölümler.
tekellüfat:
tekellüfler, güçlük-
lere, zorluklara katlanmalar.
tenasüp:
uyma, uygunluk,
birbirini tutma.
tevilât:
teviller, yorumlama-
lar.
vaziyet:
durum.
yakut:
parlak kırmızı, şeffaf
kıymetli taş.
zail:
sone eren, yok olan.
zat:
kişi, şahıs.
zehap:
bir fikre veya zanna
kapılma.
zevait:
fazlalıklar, fazla şeyler.
1.
Bir tek şey elde ettin, ama çok şeyleri kaybettin.
h
aBBe
| 218 | Mesnevî-i nuriye
1...,208,209,210,211,212,213,214,215,216,217 219,220,221,222,223,224,225,226,227,228,...528
Powered by FlippingBook