kezalik, Allah’ın yolunda sülûk eden zat çok makam-
lara, mertebelere, hâllere perdelere rastgelir ki, bunların
da her birisi için kendine mahsus şartlar ve vaziyetler
vardır. Bu şartları ve perdeleri, birbirine halt edip karış-
tıran, galat ve yanlış hareket eder. Meselâ, bir ahırda
atın kişnemesini işiten bir adam, yüksek bir sarayda an-
delibin terennümünü, güzel sedasını işitir; eğer o teren-
nüm ile atın kişnemesini fark etmeyip, andelipten kişne-
meyi talep ederse, kendi nefsiyle mugalâta etmiş olur.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Dünya hayatını güzelleştiren esbaptan biri, dünya âyi-
nesinde temessül ile parlayan hidayet nurları ve büyük
insanların sevgili ve sevimli timsalleridir.
evet, müstakbel mazinin âyinesidir; mazi berzaha, ya-
ni öteki âleme intikal ve inkılâp ettiğinde, suretini ve şek-
lini ve dünyasını istikbal âyinesinde tarihe, insanların zi-
hinlerine vedia ediyor. onlara olan manevî ve hayalî mu-
habbetleriyle, dünya muhabbeti tatlı olur.
Meselâ, arkadaşlarının ve akrabasının timsallerini ve
fotoğraflarını havi büyük bir âyineyi yolunda bulan bir
adam, şark cihetine giden adamların memleketlerine gi-
dip, onlara iltihak etmek için çalışmayıp da, o âyinenin
içindeki timsaller ile uğraşır, muhabbet eder. İşte bu
adam, gafletten ayıldığı zaman, “eyvah, ne ediyorum?
Bunlar şerab değil, seraptır. Bunlarla uğraşmak azb de-
ğil, azaptır” der, arkadaşlarına yetişmek üzere şark sefe-
rine tedarikâtta bulunmaya başlar.
andelip:
bülbül.
azap:
ceza, büyük sıkıntı, şiddetli
acı.
azb:
tatlı, hoş, lâtif.
berzah:
ruhların kıyamete kadar
bekleyeceği, dünya ile ahiret ara-
sındaki yer.
cihet:
yön.
esbap:
sebepler, vasıtalar.
gaflet:
dikkatsizlik, endişesizlik,
Allah’tan uzaklaşıp nefsin arzula-
rına dalmak.
galat:
yanılma, yanlışa düşme.
hâl:
durum, vaziyet.
halt:
karıştırma.
havi:
içine alan, kapsayan, kuşa-
tan.
hayalî:
hayalle ilgili, gerçek olma-
yan.
hidayet:
doğru inanç ve yaşayış
üzere olmak.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz kar-
deşim, bil ki!.
iltihak:
karışma, katılma.
inkılâp:
değişme, dönüşme.
intikal:
bir yerden başka bir yere
h
aBBe
| 216 | Mesnevî-i nuriye
geçme, yer değiştirme.
istikbal:
gelecek zaman.
kezalik:
keza, bu da öyle,
böylece.
mahsus:
bir şeye veya kişiye
has olan, özel.
makam:
yer, durak.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mazi:
geçmiş zaman.
mertebe:
derece, basamak.
meselâ:
örneğin.
mugalâta:
delilsiz veya uy-
durma delillere dayandırılan
münakaşa.
muhabbet:
sevgi, sevme.
müstakbel:
gelecek zaman.
nefis:
kişinin kendisi, şahsı.
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
seda:
ses.
serap:
sıcak günlerde çorak
yerlerde gündüz ortasında su
gibi görünen buğu sis, ılgım,
salgım.
suret:
biçim, görünüş.
sülûk:
bir yola girme, bir yol
tutup o yolda terakki merte-
belerine devam etme.
şark:
güneşin doğduğu yön,
doğu
şerab:
içecek, meşrubat.
talep:
isteme, dileme.
tedarikât:
hazırlıklar, gerekli
ve ihtiyaç olan şeyleri temin.
temessül:
bir şekil ve surete
girme, cisimlenme.
terennüm:
yavaş ve güzel bir
sesle söyleme veya ötme.
timsal:
örnek, nümune.
timsal:
resim, suret, şekil.
vaziyet:
durum.
vedia:
emanet, saklanılmak
ve korunmak üzere bırakılan
şey.
zat:
kişi, şahıs.