İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Cenab-ı Hakka malûm ve maruf ünvanıyla bakacak
olursan, meçhul ve menkûr olur.
Çünkü bu malûmiyet,
örfî bir ülfet, taklidî bir semâ’dır; hakikati ilâm edecek bir
ifade de değildir. Maahaza, o ünvan ile fehme gelen ma-
na, sıfât-ı mutlakayı beraberce alıp, zihne ilka edemez.
Ancak zat-ı Akdes’i mülâhaza için, bir nevi ünvandır.
Amma Cenab-ı Hakka mevcud-i meçhul ünvanıyla ba-
kılırsa, marufiyet, şuaları bir derece tebarüz eder. Ve kâi-
natta tecelli eden sıfât-ı mutlaka-i muhita ile, bu mevsu-
fun o ünvandan tulû etmesi ağır gelmez.
İ’lemEyyühe’l-Aziz!
Esma-i Hüsnanın her birisi ötekileri icmalen tazam-
mun eder
–ziyanın elvan-ı seb’ayı tazammun ettiği gibi.
Ve keza, her birisi ötekilere delil olduğu gibi, onların her
birisine de netice olur. demek, esma-i Hüsna, mir’at ve
âyine gibi, birbirini gösteriyor. Binaenaleyh, neticeleri
beraber mezkûr kıyaslar gibi veya delilleri beraber neti-
celer gibi, okuması mümkündür.
óxò
Mesnevî-i nuriye | 211 |
h
aBBe
örfî:
örf ve âdetle ilgili.
sema:
işitme, duyma.
sıfât-ı mutlaka:
noksansız ve son-
suz mükemmel vasıflar.
sıfat-ı mutlaka-i muhita:
noksan-
sız, sonsuz mükemmel ve her şe-
yi kuşatan sıfatlar, vasıflar.
şua:
ışın, bir ışık kaynağından uza-
nan ışık telleri.
tazammun:
ihtiva etme, içine al-
ma, içinde bulundurma.
tebarüz:
belli olma, görünme, ba-
riz hale gelme.
tecelli:
belirme, bilinme, görün-
me.
tulû:
doğma, doğuş.
ülfet:
alışkanlık hâline getirme,
huy edinme.
ünvan:
ad, isim, nam.
Zat-ı Akdes:
en mukaddes zat,
her türlü kusur ve noksandan
uzak ve pak olan zat; Allah.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
amma:
ama, lâkin, ancak.
âyine:
ayna.
binaenaleyh:
bundan dolayı,
bunun üzerine.
delil:
bir davayı ispata yara-
yan şey, bürhan.
elvan-ı seb’a:
yedi renk.
esma-i Hüsna:
Allah’ın adları,
Allah’ın doksan dokuz güzel
ismi.
fehim:
anlayış.
hakikat:
gerçek, doğruluk; gö-
rülen bir şeyin aslı, esası.
icmalen:
kısaltarak, kısaca,
özetle.
ilâm:
bildirme.
i’lem eyyühe’l-aziz:
ey aziz
kardeşim, bil ki!.
ilka:
telkin etme, ilham etme.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
keza:
böylece, aynı şekilde.
kıyas:
karşılaştırma, bir şeyi
başka bir şeye benzeterek
hüküm verme.
maahaza:
bununla birlikte,
böyle olmakla beraber.
malûm:
bilinen, bilinir olan.
malûmiyet:
bilinen ve belli
olan şeyin hâl ve sıfatı.
maruf:
bilinen.
marufiyet:
bilinirlik.
meçhul:
bilinmeyen, bilinmez.
menkûr:
inkâr edilmiş.
mevcud-i meçhul:
bilinmez
varlık.
mevsuf:
vasıflanmış, nitelen-
miş.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
mir’at:
ayna.
mülâhaza:
düşünme, tefek-
kür, düşünce.
nevi:
çeşit, tür.