Mektubat | 841 |
f
iHriSTe
-
i
m
ekTuBaT
sırrıyla, ehl-i imanı hırstan şiddetli bir surette mene-
den esbabı gösterir. Ve hırs dahi adavet kadar mu-
zır ve çirkin olduğunu kat’î delillerle ispat ederek,
şu ayet-i azîmenin mühim bir sırrını tefsir ediyor.
Hırsa müptelâ adamlar, bu İkinci Mebhası çok dik-
katle mütalâa etmelidirler. kin ve adavet marazıyla
hasta olanlar, tam şifalarını Birinci Mebhasta bulur-
lar.
İkinci Mebhasın hatimesinde, zekâtın ehemmiye-
tini ve bir rükn-i İslâmî olduğunun hikmetini güzel
bir surette beyan etmekle beraber, hakikatli bir rü-
yada güzel bir hakikat beyan ediliyor.
Şu risalenin Hatimesinde,
(1)
Ék
à`r
«n
e p
¬«/
Nn
G n
ºr
ën
d n
?o
c
r
Én
j r
¿n
G r
ºo
c
o
ón
Mn
G t
Öp
ëo
`jn
G
ayeti altı derece zemmi zemmetmekle, altı vecihle
gıybetten zecrettiğini ve mu’cizâne ve harika bir
i’caz ile, gıybeti hem aklen, hem kalben, hem insa-
niyeten, hem vicdanen, hem fıtraten, hem milliye-
ten mezmum ve merdut ve çirkin ve muzır olduğu-
nu gayet kat’î bir surette, kur’ân’ın i’cazına yakışa-
cak bir tarzda beyan ediyor. Ve gıybet alçakların si-
lâhı olduğu cihetle, izzet-i nefis sahibi, bu pis silâha
tenezzül edip istimal etmediğine dair denilmiştir:
@ m
án
Ñ`r
«p
¨p
H m
ABG n
õn
L r
øn
Y?/
ùr
Øn
f o
ôp
q
Ñ`n
c
o
Gn
h
(2)
l
ór
¡n
L o
¬n
d n
’ r
øn
e o
ór
¡n
L m
ÜÉn
«p
àr
Zp
G t
?o
µn
a
gizli sebep; gizli, bilinmeyen nok-
ta, İlâhî gaye.
hırs:
aşırı istek, şiddetli arzu.
i’caz:
âciz bırakma, mu’cize gös-
terme, taklidi mümkün olmaya-
cak derece de güzel ve düzgün
söz söyleme.
insaniyet:
insanlık.
ispat:
doğruyu delillerle göster-
me.
istimal:
kullanma.
izzet-i nefis:
onur, öz saygı, şah-
siyet, insanın karakterinde bulu-
nan tavizsiz duygu.
kat’î:
kesin, kesinlikle.
kudret:
güç, kuvvet.
maraz:
hastalık.
mebhas:
bahis, kısım, bölüm.
men:
yasak etme.
merdut:
reddedilmiş.
mezmum:
zemmedilen, ayıpla-
nan, yerilen.
milliyet:
milliyetçilik fikri.
mu’cizâne:
mu’cize gibi.
mutlak:
kayıtsız, şartsız.
muzır:
zararlı, zarara sokan.
müptelâ:
tutkun, bağımlı.
mühim:
önemli.
mütalâa:
okuma, dikkatli okuma.
nefis:
can, kendi, şahsı.
risale:
mektup, bir konuda yazıl-
mış kitap.
rükn-i İslâm:
İslâmın bir esası.
rızık:
yiyecek, içecek şey, azık.
suret:
biçim, şekil.
şifa:
iyileşme, sağlığına kavuşma.
tefsir:
açıklama, izah.
tenezzül etmek:
kendine aykırı
düşen bir işi kabul etmek, alçal-
mak.
vecih:
yön, taraf.
vicdanen:
vicdanca, içten, yürek-
ten.
zecir:
zorlama.
zekât:
İslâmın beş şartından biri
olan, mal ve paranın paklığını ve
helâlliğini sağlamak üzere, Allah
için malın belli bir kısmının her yıl
zekât verilebilecek kimselere da-
ğıtılması.
zelil:
aşağılanmış.
zem:
kınama, ayıplama.
1.
Sizden biri ölü kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Ondan tiksinirsiniz. (Hucurat Suresi:
12.)
2.
Düşmanıma gıybetle ceza vermekten nefsimi yüksek tutuyorum ve tenezzül etmiyorum.
Çünkü gıybet zayıf, zelil ve aşağıların silâhıdır. (Nâsıf el-Yâzicî, ŞerhuDivani’l-Mütenebbî,
1:429.)
adavet:
düşmanlık.
ayet:
Kur’ân’ın her bir cümle-
si.
ayet-i azîme:
büyük ve aza-
metli ayet.
beyan:
açıklama, açık söyle-
me, bildirme.
cihet:
yön, taraf.
dair:
ilgili.
delil:
belge, şahit.
ehemmiyet:
önemli olma.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
esbap:
nedenler, sebepler.
fıtraten:
yaratılış itibarıyla.
gayet:
son derece.
gıybet:
arkadan çekiştirme,
hazırda olmayan birisinin
aleyhinde konuşma, kötüle-
me, dedikodu yapma.
hakikat:
gerçek, bir şeyin aslı
esası.
hatime:
son, nihayet, bitiş.
hikmet:
herkesin bilmediği