Mektubat - page 845

Mektubat | 845 |
f
iHriSTe
-
i
m
ekTuBaT
Birisi
: Vacibü’l-Vücud’a intisabını iman ile hisse-
den adam, hadsiz envar-ı vücuda mazhar olduğunu;
ve hissetmeyen nihayetsiz zulümat-ı ademe ve
âlâm-ı firaka maruz bulunduğunu gösterir.
İkinciNükte
: dünyanın üç yüzü bulunduğunu;
zahir yüzünde zeval, firak mevt ve adem var; fakat
esma-i İlâhiyenin âyinesi ve ahiretin mezraası olan
iç yüzlerinde, zeval ve firak, mevt ve adem ise taze-
lenmek ve teceddüttür ve bekanın cilvelerini göste-
ren bir tavzif ve terhistir.
Bu Mektubun İkinci Makamı
. . . . . . . . . . . . .
490-503
Bir Mukaddime ile Beş İşarettir.
Mukaddime:
Hallâkıyet ve tasarrufat-ı İlâhiye-
den gayet azîm bir hakikati, muazzam ve muhteşem
kanunlarla beyan ediyor. Meselâ, bir kuşun tüylü li-
basını değiştiren sâni-i Hakim, aynı kanunla, kâina-
tın suretini kıyamet vaktinde ve âlem-i şahadetin li-
basını haşirde o kanun ile değiştirir.
Hem bir ağacın ne kadar meyveleri ve çiçekleri
bulunuyor; her bir çiçeğin o kadar gayeleri, her bir
meyvenin o kadar hikmetleri bulunduğunu gösterir.
“Beş İşaret” ise, eşya, vücuttan gittikten sonra
verdikleri ehemmiyetli beş netice itibarıyla, bir ve-
cihle madum iken, beş vecihle mevcut kalıyor. Şöy-
le ki:
Her bir mevcut vücuttan gittikten sonra, ifade et-
tiği manalar ve arkasında bakî kalan hüviyet-i misa-
liyesi âlem-i misalde mahfuz kalır. Hem hayatının
madum:
yok olan, yok, ölü.
mahfuz:
saklanmış, korunmuş.
mana:
anlam.
maruz:
tesiri altında bulunma,
uğrama.
mazhar:
nail olmuş, erişmiş, ka-
vuşmuş.
mevcut:
var olan.
mevt:
ölüm.
mezraa:
tarla, hâsılat yeri.
muazzam:
çok büyük.
mukaddime:
takdim, başlangıç.
netice:
sonuç.
nihayetsiz:
sonsuz.
nükte:
herkesin anlayamadığı in-
ce mana.
Sâni-i Hakim:
her şeyi sanatla ve
hikmetle yaratan Allah.
suret:
biçim, şekil.
tasarrufat-ı İlâhiye:
Allah’ın faali-
yet ve icraatları, işleyişleri.
tavzif:
görevlendirme.
teceddüt:
tazelenme, yenilenme.
terhis:
askerlik görevini bitirenle-
ri serbest bırakma, bırakılma.
Vacibü’l-Vücud:
varlığı zarurî ve
şart olan, varlığı gerekli olan ve
yokluğu düşünülmeyen, varlığı
zatî ve ezelî, ebedî olup; varlığı,
vücut tabakalarının en sağlamı,
en kuvvetlisi, en esaslısı ve en
mükemmeli olan.
vecih:
yön, taraf.
vücut:
varlık.
zahir:
görünen.
zeval:
sona erme, yok olma.
zulümat-ı adem:
yokluk ve hiçlik
karanlıkları.
adem:
yokluk.
ahiret:
öbür dünya.
âlâm-ı firak:
ayrılık acıları,
ayrılık sıkıntıları.
âlem-i misal:
ruhların bulun-
duğu âlem.
âlem-i şahadet:
gözle gördü-
ğümüz âlem.
âyine:
ayna.
azîm:
büyük.
bâkî kalan:
arta kalan, geriye
kalan.
beka:
ebedîlik, sonu olmama.
beyan:
açıklama, açık söyle-
me.
cilve:
esma-i İlâhînin tecellisi.
ehemmiyet:
önem.
envar-ı vücut:
varlık nurları.
esma-i İlâhiye:
Allah’ın isim-
leri.
firak:
ayrılık.
gaye:
maksat, amaç.
gayet:
son derece.
hadsiz:
sınırsız.
hakikat:
gerçek.
hallâkıyet:
yaratıcılık.
haşir:
kıyametten sonra bü-
tün insanların bir yere toplan-
maları, Allah’ın, ölüleri diriltip
mahşere çıkarması.
hikmet:
herkesin bilmediği
gizli sebep; gizli, bilinmeyen
nokta.
hissetmek:
algılamak.
hüviyet-i misaliye:
mahiyeti-
ni temsil eden manevî kimlik.
ifade:
anlatma.
iman:
inanmak.
intisap:
bağlanma.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, evren.
kıyamet:
dünyanın sonu, var-
lığın bozulup dağılması, kâ-
inatın ölümü.
libas:
elbise.
1...,835,836,837,838,839,840,841,842,843,844 846,847,848,849,850,851,852,853,854,855,...1086
Powered by FlippingBook