Mektubat | 855 |
f
iHriSTe
-
i
m
ekTuBaT
tevafuk ettiğini,
(HaşİYe)
teliften bir zaman sonra
muttali olduk. Bu inayet-i seb’ayı okuyan adam, ri-
sale-i nur eczalarının ne kadar ehemmiyetli ve na-
zar-ı inayet-i İlâhiyede bulunduğunu ve himayet-i
rabbaniyede olduğunu bilecek. Bu yedi inayet küllî-
dir, cüz’iyatları yetmişi geçer.
“Hatime”sinde, bir sırr-ı inayete ait mahrem bir
sualin cevabı vardır. Hatimesinde, inayet-i seb’adan
birincisi olan tevafukata gelen veya gelmek ihtimali
olan evhamı gayet kat’î bir surette defediyor. o ha-
timenin ahirinde de, üçüncü nüktede inayet-i has-
sa ve inayet-i ammeye dair mühim bir sırr-ı dakik-ı
rububiyete ve ehemmiyetli bir sırr-ı rahmaniyete
işaret ediyor.
Sekizinci Risale olan Sekizinci Mesele
. . . . .
648-658
Altı sualin cevabı olan “sekiz nükte”dir.
Birinci Nükte:
tevafuktaki işarat-ı gaybiye,
umum risale-i nur eczalarında cüz’î-küllî bulundu-
ğuna dairdir.
İkinci Nükte:
tevafukatın meziyeti, lâfz-ı Celâl-
den başka ne için kur’ân’da fevkalâde matlûp ol-
madığının sırrını beyan eder.
Üçüncü Nükte:
Bir kardeşimizin fazla ihtiyat ve
cesaretsizliği yerinde olmadığını ve bir müftünün
onuncu söze sathî tenkidine karşı güzel bir cevap-
tır. (Fakat bu mecmuaya idhal edilmemiştir.)
mecmua:
dergi, kitap.
mertebe:
derece, basamak.
mesele:
konu.
muttali:
haberdar, bilgisi olan.
müftü:
şehirlerde din sorumlusu,
din görevlilerin başı.
mühim:
önemli.
nazar-ı inayet-i İlâhiye:
Cenab-ı
Hakkın yardım edicilik bakışı.
nükte:
herkesin anlayamadığı in-
ce mana.
nüsha:
yazılı, yazılmış şey.
rahmet:
acıma, merhamet etme,
esirgeme, bağışlama,
risale:
belli bir konuda yazılmış,
kitap, mektup.
sathî:
yüzeysel.
sual:
soru.
suret:
biçim, şekil.
sırr-ı dakik-ı Rububiyet:
İlâhî ira-
de ve terbiyeye dair ince, dakik
bir sır.
sırr-ı inayet:
çok cömert olan Al-
lah’ın ihsanlarının, yardım ve lüt-
fun sırrı.
sırr-ı Rahmaniyet:
Cenab-ı Hak-
kın kullarını beslemesi, koruması
ve merhamet etmesinin sırrı.
telif:
kitap yazma.
tenkit:
eleştirme, eleştiri.
tevafuk:
uygun gelme, uygunluk.
tevafukat:
uygunluklar, rastlantı-
lar.
umum:
bütün.
HaşİYe:
Asıl nüshasına göredir.
ahir:
son.
beyan:
açıklamak, açık söyle-
me.
cüz’î-külli:
az-çok.
cüz’iyat:
ufak tefek şeyler.
dair:
ilgili.
def’:
savmak, uzaklaştırma.
ecza:
parçalar, kısımlar.
ehemmiyet:
önem; önemli
olma.
evham:
zanlar, kuşkular.
ferah:
geniş, rahat, iç açıcı.
fevkalâde:
olağanüstü, nor-
malin üstünde.
gayet:
son derece.
haşiye:
dipnot, derkenar.
hatime:
son, nihayet, bitiş.
himayet-i Rabbaniye:
Al-
lah’ın koruma ve himayesi.
idhal:
dahil etme, içine alma.
ihtimal:
olabilirlik.
ihtiyat:
sakınma, tedbirli, öl-
çülü davranma.
inayet:
yardım, ihsan.
inayet-i amme:
genel yar-
dım.
inayet-i hassa:
Cenab-ı Hak-
kın sevdiği kullarına yapmış
olduğu hususî himayesi ve
yardımı.
inayet-i seb’a:
yedi adet yar-
dım.
işarat-ı gaybiye:
gaybî olarak
verilen işaretler.
kat’î:
kesin.
külli:
umumî.
Lâfz-ı Celâl:
Cenab-ı Hakkın
en kapsamlı ve geniş anlamlı
ismi olan “Allah” kelimesi.
lütuf:
ihsan, iyilik, ikram.
mahrem:
gizli olan, herkese
söylenmeyen, gizli sır vasfı
olan.
matlûp:
istenilen, aranılan
şey.