Lem'alar - page 421

mesleklerinin lâzımı ve zarurî muktezası olduğunu gayet bedi-
hî ve kat’î bürhanlarla, şüphesi olanlara tafsilen beyan ve ispat
etmeye hazırım.
W
(1)
¢p
Vr
Qn
’r
Gn
h p
äG n
ƒ '
ª°s
ùdG p
ôp
WÉn
a w
?n
°T$G ?p
an
G r
ºo
¡o
?°o
So
Q r
ân
dÉn
b
Ş
U AYET-İ KERÎME
, istifham-ı inkârî ile, “Cenab-ı Hak
hakkında şek olmaz ve olmamalı” demekle, vücut ve vah-
daniyet-i İlâhiye bedahet derecesinde olduğunu gösteriyor.
Ş
uSIrrIiZaHTaNEVVELBiriHTar
Bin üç yüz otuz sekizde Ankara’ya gittim. İslâm or-
dusunun Yunana galebesinden neşe alan ehl-i ima-
nın kuvvetli efkârı içinde, gayet müthiş bir zındıka
fikri, içine girmek ve bozmak ve zehirlendirmek için
dessasâne çalıştığını gördüm. “Eyvah,” dedim. “Bu
ejderha imanın erkânına ilişecek!” O vakit, şu ayet-i
kerîme bedahet derecesinde vücut ve vahdaniyeti
ifhâm ettiği cihetle, ondan istimdat edip, o zındıka-
nın başını dağıtacak derecede Kur’ân-ı Hakîm’den
alınan kuvvetli bir bürhanı, Nurun Arabî risalesinde
yazdım. Ankara’da, Yeni Gün Matbaasında tabettir-
miştim. Fakat maatteessüf Arabî bilen az ve ehemmi-
yetle bakanlar da nadir olmakla beraber, gayet
muhtasar ve mücmel bir surette o kuvvetli bürhan te-
sirini göstermedi. Maatteessüf, o dinsizlik fikri hem
inkişaf etti, hem kuvvet buldu. Bilmecburiye, o bür-
hanı Türkçe olarak bir derece beyan edeceğim. O
bürhanın bazı parçaları bazı risalelerde tam izah
Lem’aLar | 421 |
Y
irmi
Ü
çÜncÜ
l
em
a
galebe:
galip gelme, zafer, yenme.
gayet:
son derece, çok.
ifhâm:
anlatma, bildirme.
ihtar:
hatırlatma, uyarı.
iman:
inanç, inanma.
inkişaf etme:
ortaya çıkma, açı-
lım.
ispat etme:
doğruyu delil göste-
rerek meydana koyma.
istifham-ı inkârî:
bir sözü söyler-
ken, inkâr ederek sorma, içinde
inanmama bulunan soru sorma
biçimi, “Hiç böyle olur mu?”
istimdat etmek:
imdat isteme,
yardım isteme.
izah:
ayrıntılı açıklama.
kat’î:
kesin.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve faydalar
bulunan Kur’ân.
maatteessüf:
ne yazık ki... üzüle-
rek.
meslek:
gidiş, tutulan yol, metot.
muhtasar:
kısaltılmış, özet.
mukteza:
iktiza eden, gereklilik.
mücmel:
kısaca ifade edilmiş, özet
hâlinde.
müthiş:
dehşet veren, korkunç.
nadir olmak:
seyrek, az olmak.
neşe almak:
dışa vuran bir sevin-
çle keyif almak.
Nurun arabî risalesi:
Risale-i Nu-
run Arabca yazılan kısımlarından.
Peygamber:
Allah’ın elçisi, nebî,
resul.
rahîm:
merhamet eden, acıyan
çok merhametli olan, esirgeyen
Allah.
rahman:
rahmeti bütün herkese
yayılan ve bütün yaratılmışların
rızıklarını ve geçim şekillerini içine
alan rahmetin sahibi olan Allah.
sır:
bir şeyin veya işin dikkat, tec-
rübe yetenek, ve sezgi yardımıyla
kavranabilen en zor ve en ince
yanı, manevî hakikat ve bilgi.
suret:
biçim, tarz.
tabetmek:
kitap basmak.
tafsilen:
tafsilli bir şekilde, ayrıntılı
olarak.
tesir:
etki.
vahdaniyet:
Allah’ın birliği ve var-
lığı, benzersiz oluşu.
vakit:
vakit, zaman.
vücut ve vahdaniyet-i İlâhîye
:
Allah’ın varlığı, bir, tek ve benzer-
siz oluşu.
vücut:
var olma, varlık.
zarurî:
mecburî, zorunlu olarak.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
arabî:
Arabca.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın ayeti;
değerli ve şerefli olan ayet.
bedahet:
açık, açıklık.
bedihî:
açık, son derece açık
ve ortada olan.
beyan etme:
açıklama, izah
etme.
beyan:
açıklama, izah.
bilmecburiye:
mecburiyetle,
zorunlu olarak.
bürhan:
delil, ispatlayıcı şahit,
kanıt.
Cenab-ı Hak:
hakkın tâ ken-
disi, şeref ve büyüklük sahibi
olan Allah.
cihet:
yön.
derece:
mertebe, basamak,
ölçü.
dessasâne:
aldatıcı bir şekilde,
hileyle iş yaparak.
efkâr:
düşünceler, fikirler.
ehemmiyet:
önem.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri, Müslümanlar.
ejderha:
büyük canavar, kor-
kunç manzara.
erkân:
rükünler, esaslar, şart-
lar.
evvel:
ilk önce.
1.
Rahman ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.
Peygamberleri onlara, “Gökleri ve yeri yoktan var eden Allah hakkında şüphe olur mu?”
dedi. (İbrahim Suresi: 10.)
1...,411,412,413,414,415,416,417,418,419,420 422,423,424,425,426,427,428,429,430,431,...1406
Powered by FlippingBook