İşte bu hakikatle beraber, beni işkence ile taciz eden
ve sizin gibi enaniyette ve bu kanun-i müsavatı kırmakta
firavunluk derecesinde ileri giden mütekebbirlere karşı
demiyorum. Çünkü mütekebbirlere karşı tevazu, tezellül
zannedildiğinden, tevazu etmemek gerektir. Belki ehl-i
insaf ve mütevazi ve âdil kısmına derim ki:
Ben, felillâhilhamd, kendi kusurumu, aczimi biliyo-
rum. değil Müslümanlar üstünde mütekebbirâne bir ma-
kam-ı ihtiram istemek, belki her vakit nihayetsiz kusurla-
rımı, hiçliğimi görüp, istiğfar ile teselli bulup, halklardan
ihtiram değil, dua istiyorum. Hem zannederim, benim
bu mesleğimi benim bütün arkadaşlarım biliyorlar. Yal-
nız bu kadar var ki, kur’ân-ı Hakîm’in hizmeti esnasında
ve hakaik-ı imaniyenin dersi vaktinde, o hakaik hesabına
ve kur’ân şerefine, o makamın iktiza ettiği izzet ve va-
kar-ı ilmiyeyi ders vaktinde muhafaza edip, başımı ehl-i
dalâlete eğmemek için, o izzetli vaziyeti muvakkaten ta-
kınıyorum. zannederim, ehl-i dünyanın kanunlarının
haddi yoktur ki, bu noktalara karşı çıkabilsin.
CÂY-ı HaYret Bİr tarZ-ı mUÂmeLe:
Malûmdur ki, her yerde ehl-i maarif, marifet ve ilim
noktasında muhakeme eder. nerede ve kimde marifet
ve ilmi görse, meslek itibarıyla ona karşı bir dostluk ve
bir hürmet besler. Hatta düşman bir hükümetin bir pro-
fesörü, bu memlekete gelse, ehl-i maarif, onun ilim ve
marifetine hürmeten onu ziyaret ederler ve ona hürmet
ederler.
Lem’aLar | 415 |
Y
irmi
i
kinci
l
em
’
a
faydalar bulunan Kur’ân.
kusur:
eksiklik, noksan, özür.
makam:
mevki.
makam-ı ihtiram:
hürmet edile-
cek makam, karşısındakine değer
verme makamı.
malûm:
bilinen.
marifet:
bilgi.
muhafaza:
koruma.
muhakeme:
düşünme, akıl yü-
rütme.
muvakkaten:
geçici olarak.
mütekebbir:
tekebbür eden, ki-
birlenen, kendini beğenmiş.
mütekebbirâne:
büyüklük tasla-
yarak.
mütevazi:
gururlu olmayan, alçak
gönüllü.
nihayetsiz:
sonsuz.
şeref:
manevî büyüklük, yüksek-
lik, yücelik.
taciz:
rahatsızlık verme, incitme.
tarz-ı muamele:
muamele şekli,
davranış tarzı.
teselli:
avutma, güzel sözler söy-
leyerek rahatlatma.
tevazu:
alçak gönüllülük, kibirsiz-
lik.
tezellül:
zillete katlanma, kendini
hor ve hakir gösterme.
vakar-ı ilmiye:
ilimden gelen
onurluluk, ilmî izzet.
vaziyet:
durum.
zannetme:
sanma.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
âdil:
adaletli olan.
cây-ı hayret:
hayrete değer.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı,
ahireti düşünmeyen.
ehl-i insaf:
insaf sahipleri,
merhametli olanlar.
ehl-i maarif:
ilim, irfan sahip-
leri, bilgili ve kültürlü kişiler.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
esna:
sıra.
felillâhilhamd:
Allah’a hamd
olsun, şükürler olsun.
firavun:
zalim, merhametsiz.
had:
yetki.
hakaik:
hakikatler, gerçekler.
hakaik-ı imaniye:
iman haki-
katleri.
hakikat:
gerçek.
hükûmet:
yönetim.
hürmet:
saygı.
hürmeten:
hürmet, saygı ve
ikram maksadıyla.
ihtiram:
hürmet etme, saygı
gösterme.
iktiza:
lâzım gelme, gerekme.
ilim:
okuyarak öğrenilen bilgi.
istiğfar:
af dileme, tevbe
etme, Allah’tan günahlarının
bağışlanmasını isteme.
işkence:
eziyet, azap, bir kim-
seye verilen maddî manevî sı-
kıntı.
itibarıyla:
değeriyle.
izzet:
değer, itibar, şeref, yü-
celik.
kanun:
yasa.
kanun-i müsavat:
eşitlik ka-
nunu.
Kur’ân-ı Hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve