gelmiş; görüşemeden gitmiş. Bir zata yazılan bir mektu-
bun sureti size gönderiliyor; belki oradaki bazı adamlar,
bu adam gibi o hitaba muhtaçtırlar.
ì@í
‡
93
·
İstanbul’a uğrayan risale-i nur Şakirtleri senin gayret
ve ciddiyetini ve tesirli vaazını bize haber verdiler. senin
gibi metin ve halis bir zatı
Risale-i Nur
dairesinde görmek
arzu ediyorlar. Ben de onlar gibi cidden seni
Risale-i Nur
dairesinde görmek istiyorum. Bilirsin ki, iki elif ayrı ayrı
olsa, iki kıymeti var; bir çizgi üstünde omuz omuza ver-
se, on bir kıymet aldığı gibi, senin tesirli nasihatinle ihzar
ettiğin hizmet-i imaniye tek başıyla kalsa, şimdiki tehacü-
mat-ı müttehideye karşı dayanması çok müşkül. eğer
Ri-
sale-i Nur
’un hizmetine iltihak etse, o iki elif gibi on bir,
belki yüz on bir kıymetinde ve kuvvetinde olacak ve kar-
şıdaki ittifak etmiş dalâletlere karşı dayanacak.
Bu zaman, ehl-i hakikat için, şahsiyet ve enaniyet za-
manı değil. Zaman, cemaat zamanıdır; cemaatten çıkan
bir şahs-ı manevî hükmeder ve dayanabilir. Büyük bir
havuza sahip olmak için, bir buz parçası hükmündeki
enaniyet ve şahsiyetini o havuza atmaktır ve eritmek ge-
rektir. Yoksa, o buz parçası erir, zayi olur; o havuzdan
da istifade edilmez.
Hem mucib-i taaccüp, hem medar-ı teessüftür ki, ehl-i
hak ve hakikat ittifaktaki fevkalâde kuvveti ihtilâf ile zayi
K
astamonu
L
âhiKası
| 197 |
medar-ı teessüf:
teessüf ettiren,
eseflenme, beğenmeme sebebi.
metin:
sağlam ve dayanıklı; ko-
laylıkla sarsılmayan, telaşa düş-
meyen ve korkuya kapılmayan.
mucib-i taaccüb:
şaşırmaya se-
bep olan.
müşkül:
güç, zor, çetin.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
suret:
nüsha, kopya.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs,
belli bir kişi olmayıp bir cemaat-
teb meydana gelen manevî şahıs.
şahsiyet:
değerli, yüksek kişilik.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tehâcümât-ı müttehide:
birlikte
hücum etmeler, saldırışlar.
vaaz:
vaizin camide, cemaati ir-
şat amacıyla, dinî işlerle ilgili ola-
rak Kur’ân ve hadislerden aktar-
dığı ve yorumladığı sözler,
mev’iza.
zat:
kişi, şahıs.
zayi:
elden çıkmış, zarar, ziyan.
zayi:
yitik, zarar, ziyan.
cemaat:
topluluk, aralarında
çeşitli bağlar bulunan insanlar
topluluğu.
cidden:
ciddî olarak, gerçek
olarak.
ciddiyet:
ciddîlik.
dalâlet:
iman ve İslamiyetten
ayrılmak, azmak.
ehl-i hak:
hak ehli, iman, İslâ-
miyet ve hak yolunda olan,
hak mezhepte olan.
ehl-i hakikat:
hakikati arzu-
layanlar, gerçeği bulup onun
peşinden gidenler; Allah ada-
mı.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
fevkalâde:
olağanüstü.
halis:
samimî, her amelini
yalnız Allah rızası için işleyen.
hitap:
söz söyleme, topluluğa
veya birisine karşı konuşma.
hizmet-i imaniye:
iman ve
Kur’an hakikatlerinin ikna
edici ve ilmî delillerle anlaşıl-
masına hizmet etme.
hükmetme:
hakim olma, iş-
leme.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
ihtilâf:
ayrılık, bir konuda
farklı görüş ve düşünüş, fikir
ayrılığı.
ihzar:
hazır etme, hazırlama.
iltihak:
karışma, katılma.
istifade:
faydalanma, yarar-
lanma.
ittifak:
birleşme, fikir birliği
etme.
ittifak:
ortak bir gayede an-
laşma, birleşme.
kıymet:
değer.