Sadisen: Risale-i Nur
bir cephede tevakkuf etse de,
başka cephelerde fütuhatı o tevakkufun yerini tutar. Hat-
ta bu hâdise münasebetiyle burada bir derece ihtiyata bi-
naen tevakkufa niyet edip tervic ettiğimiz hâlde; bilâkis
Isparta tevakkufuna karşı, buralarda inkişafat ile tezahür
etti.
(1)
»
u
`
Hn
Q p
?°r
†n
a r
øp
e Gn
ò'
g ! o
ór
ªn
ër
dn
G
en ziyade bize nezaretle, bizimle ve siyasetle alâkadar
mühim bir memur yanıma geldi. ona dedim ki:
Bu on sekiz senedir sizlere müracaat etmedim ve hiç-
bir gazete okumadım. Bu sekiz aydır, bir defa “Cihanda
ne oluyor?” diye sormadım. üç senedir burada işitilen
radyoyu dinlemedim. tâ ki kudsî hizmetimize manevî za-
rar gelmesin. Bunun sebebi şudur ki:
İman hizmeti, iman hakaikı, bu kâinatta her şeyin fev-
kindedir, hiçbir şeye tâbî ve alet olamaz.
Fakat, bu za-
manda, ehl-i gaflet ve dalâlet ve dinini dünyaya satan ve
bâkî elmasları şişeye tebdil eden gafil insanlar nazarında
o hizmet-i imaniyeyi hariçteki kuvvetli cereyanlara tâbî
veya alet telâkki etmek ve yüksek kıymetlerini umumun
nazarında tenzil etmek endişesiyle, kur’ân-ı Hakîm’in
hizmeti bize, kat’î bir surette siyaseti yasak etmiş.
sizler ey ehl-i siyaset ve hükûmet, evham edip bizler-
le uğraşmayınız! Bilâkis, teshilât göstermeniz lâzım.
Çünkü, hizmetimiz emniyet ve hürmet ve merhameti te-
sisle hem asayişi, hem inzibatı, hem hayat-ı içtimaiyeyi
anarşilikten kurtarmaya çalışıp, sizin hakikî vazifenizin
temel taşlarını tesbit ediyor, takviye ve teyit ediyor.
K
astamonu
L
âhiKası
| 187 |
gafil:
gaflette bulunan, endişesiz,
nefsine uyarak Allah’ın emirlerini
unutan.
hâdise:
olay.
hakaik:
hakikatler, doğrular, ger-
çekler.
hakikî:
gerçek.
hariç:
dışarı.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
hizmet-i imaniye:
iman ve
Kur’an hakikatlerinin ikna edici
ve ilmî delillerle anlaşılmasına
hizmet etme.
hürmet:
saygı.
ihtiyat:
uzak görüşlü olma, gele-
ceği düşünerek tedbirli hareket
etme.
iman:
inanç, itikat.
inkişafat:
inkişaflar, açılmalar,
gelişmeler.
inzibat:
askerî polis.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlemler.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kıymet:
değer.
kudsî:
mukaddes, yüce.
Kur’ân-ı hakîm:
her ayet ve su-
resinde sayısız hikmet ve fayda-
lar bulunan Kur’ân.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
münasebet:
vesile, rabıta, bağ.
müracaat:
başvurma, danışma.
nazar:
bakış, nezdinde.
nezaret:
gözetme, bakma, kon-
trol etme.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sadisen:
altıncı olarak.
suret:
biçim, şekil, tarz.
tâbi:
bir şeye uyan.
takviye:
kuvvetlendirme, sağ-
lamlaştırma, teyit ve tasdik etme.
tebdil:
değiştirme, dönüştürme.
telâkki:
kabul etme, bir görüşle
bakma.
tenzil:
kıymetten düşürme, de-
ğerini indirme.
terviç:
revaç verme, kıymet ve
değerini arttırma.
teshilât:
kolaylaştırmalar.
tesis:
kurma, meydana getirme.
tevakkuf:
duraklama, durma.
tevakkuf:
.
teyit:
kuvvetlendirme, sağlam-
laştırma; doğru çıkarma.
tezahür:
görünme, belirme, orta-
ya çıkma.
umum:
bütün, herkes.
vazife:
görev.
ziyade:
fazla, fazlasıyla.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
anarşi:
her türlü düzen ve
otoriteye karşı koyarak karı-
şıklığı meydana getirme du-
rumu.
asayiş:
emniyet, kanun ve ni-
zam hakimiyetin sağlanması.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
bilâkis:
aksine, tersine.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
cereyan:
akım, fikir, sanat ve-
ya siyaset hareketi.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yol-
dan çıkanlar, azgın ve sapkın
kimseler.
ehl-i gaflet:
dünyaya daldı-
ğından dolayı ahiretin farkın-
da olmayan.
ehl-i hükümet:
hükümete
mensup kimseler, milleti ida-
re edenler.
ehl-i siyaset:
ülkenin idare-
siyle meşgul olanlar, siyaset
adamları, politikacılar.
emniyet:
eminlik, güvenlik,
korkusuzluk.
evham:
vehimler, zanlar, ku-
runtular.
fevkinde:
üstünde.
fütuhat:
zaferler, fetihler, ga-
libiyetler.
1.
Allah’a hamd olsun. Bu Rabbimin fazlındandır. (Metnin “Elhamdülilllah” kısmı çok ayette
geçmektedir. Sonraki kısım ise Neml Suresinin 40. âyetidir.)