‡
87
·
Aziz, Sıddık, Sarsılmaz, Yılmaz, Sebatkâr,
FedakârKardeşlerim!
Böyle şiddetli taarruzlara karşı sizi teşcie lüzum gör-
müyorum. sizin kuvvetli metanetiniz ve
Risale-i Nur
’a
gelen her hâdise-i elîmenin altında bir inayet ve rahmet
bulunduğuna itikadınız, teşciinize kâfidir, biliyoruz. Yal-
nız bir noktayı merak ediyorum. elde edilen bütün
Risa-
le-i Nur
, yalnız bir takım mıdır? Ve kimin imiş? Anlamak
istiyorum. Her kim ise, merak etmesin. daha ehemmi-
yetli makamlarda onun hesabına fütuhat yaparlar, sevap
kazandırır. ona, bir takım risale-i nur tedarik edilebilir.
Hem tevkif altında kimse var mı? Hem, ona havale edi-
len hoca kimdir?
Saniyen:
sabri ile Hafız Ali’nin reyi ile teshil-i muha-
bere için verdiği karar ile bazen Atabey yoluyla muhabe-
reyi onlar gibi biz de kabul ettik. lütfi’nin bir vârisi Ab-
dullah Çavuş namıyla, adresiyle gönderilecek.
Salisen:
sabri’nin mektubunda, tevafuklu yazdığı
Mu’cizat-ı Kur’âniye
ve risale-i nur hakkındaki istihracı
bizi fevkalâde mesrur eyledi. Hasan Atıf’ın bize yazdığı
şaşaalı ve cazibedar
Mu’cizat-ı Kur’ân
’ı esas yapıp, sair
risalelerde, i’caz-ı kur’ân’ın nüktelerine dair mebahisi
ona zeyiller şeklinde ilhak ettik; güzel bir surete geldi.
ezcümle,
Ayetü’l-Kübra
’nın kur’ân’a dair on Yedinci
Mertebesi, Yirminci söz ve sure-i Fethin ahirki ayetin
K
astamonu
L
âhiKası
| 185 |
şinci Söz risalesi.
mu’cizat-ı Kur’âniye:
Kur’ân’ın
mu’cizelerini açıklayan Yirmi Be-
şinci Söz risalesi.
muhabere:
haberleşme.
nam:
ad.
nükte:
ince manalı, ancak dikkat-
le anlaşılabilen mana veya söz.
rahmet:
şefkat etmek, merha-
met etmek, esirgemek.
rey:
oy.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sâir:
diğer, başka, öteki.
salisen:
üçüncü olarak.
saniyen:
ikinci olarak.
sebatkâr:
sebat eden, sözünde
ve kararında duran, vazgeçme-
yen, sebatlı.
sıddık:
çok doğru, dürüst, hakkı
ve hakikati tereddütsüz kabulle-
nen.
sure-i Fetih:
Fetih Suresi;
Kur’ân’ın 48. suresi. Medine’de
nazil olmuştur. 29 ayettir.
suret:
biçim, şekil, tarz.
şaşaa:
gösteriş, debdebe.
taarruz:
saldırma, sataşma, iliş-
me.
tedarik:
sağlama, temin etme,
karşılama.
teshil-i muhabere:
haberleşme-
nin kolaylaşması.
teşci:
cesaret verme, cesaretlen-
dirme.
tevafuk:
uygunluk; belli sıra, ölçü
ve münasebetler içerisinde birbi-
rine denk gelme.
tevkif:
tutuklama.
vâris:
mirasçı.
zeyl:
ek, bir eserin devamı olarak
yazılan kısım.
ahirki:
sondaki.
ayet:
Kur’an’ın her bir cümle-
si.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
dair:
alakalı, ilgili.
dair:
alakalı, ilgili.
ehemmiyetli:
önemli.
ezcümle:
bu cümleden ola-
rak.
fedakâr:
kendini veya şahsî
menfaatlerini hiçe sayan, fe-
da eden.
fevkalâde:
olağanüstü.
fütuhat:
zaferler, fetihler, ga-
libiyetler.
hâdise-i elîme:
elîm, üzücü
olay.
havale:
bir şeyi başkasının
üstüne bırakma.
i’caz-ı Kur’ân:
Kur’an’ın muci-
zeliği, yüksek ve erişilmez ifa-
desi.
ilhak:
ilâve etme, ekleme,
katma.
inayet:
yardım, ihsan, lütuf.
istihraç:
bir şeyden bir şey çı-
karma, sonuç çıkarma, mana
çıkarma.
itikat:
inanç, iman.
kâfi:
yeter, elverir.
makam:
yer, mevki.
mebahis:
mebhaslar, bahis
olunanlar, konular.
mertebe:
derece, basamak.
mesrur:
sevinçli, memnun.
metanet:
metin olma, daya-
nıklılık; gayret.
mu’cizat-ı Kur’ân:
Kur’ân’ın
mu’cizeliği ve Kur’ân’la ilgili
mu’cizeleri anlatan Yirmi Be-