(
AsM
)
olan sedd-i kur’ânînin tezelzülüyle de, Ye’cüc ve
Me’cüc’den daha müthiş olarak, ahlâkta ve hayatta zul-
metli bir anarşîlik ve zulümlü bir dinsizlik fesada ve ifsa-
da başlıyor.
risale-i nur’un şakirtleri böyle bir hâdisede manevî mü-
cahedeleri, inşaallah, zaman-ı sahabedeki gibi, az amel ile
pek büyük sevap ve a’mal-i salihaya medar olur.
AzizKardeşlerim!
İşte böyle bir zamanda, bu dehşetli hâdisata karşı, ih-
lâs kuvvetinden sonra, bizim en büyük kuvvetimiz, işti-
rak-i a’mal-i uhreviye düsturuyla, birbirimize, kalemlerle
her birinin a’mal-i saliha defterine hasenat yazdıkları gi-
bi, lisanlarıyla her birinin takva kalesine ve siperine kuv-
vet ve imdat göndermektir.
Ve bilhassa fırtınalı teha-
cüme hedef olan bu fakir ve âciz kardeşinize, bu müba-
rek Şuhur-i selâsede ve eyyam-ı meşhurede yardıma
koşmak, sizin gibi kahraman ve vefadar ve şefkatkârla-
rın şe’nidir. Bütün ruhumla bu imdad-ı manevîyi sizden
rica ediyorum. Ve ben dahi, iman ve sadâkat şartıyla, ri-
sale-i nur talebelerini bütün dualarıma ve manevî ka-
zançlarıma, yirmi dört saatte, iştirak-i a’mal-i uhreviye
düsturuyla, bazen yüz defadan ziyade risale-i nur tale-
beleri ünvanıyla hissedar ediyorum.
Said Nursî
ì@í
K
astamonu
L
âhiKası
| 207 |
ortak olma.
lisan:
dil.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
medar:
sebep, vesile.
mübarek:
feyizli, bereketli, kutlu.
mücahede:
savaşma, mücadele.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî var-
lık.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
sedd-i Kur’ânî:
Kur’ân’a ait set,
Kur’ân’ın yıkılmaz seddi, kalesi.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şefkatkâr:
şefkat gösteren, mer-
hamet ve acıma duygusuna sa-
hip olan, şefkatli.
şe’n:
iş, durum, özellik, yapı.
Şuhur-i selâse:
Üç Aylar; recep,
şaban ve ramazan ayları.
takva:
Allah korkusuyla dinin ya-
sak ettiği şeylerden kaçınma, Al-
lah’ın emirlerini tutup azabından
korunma.
talebe:
öğrenci.
tehacüm:
hücum etme, saldırma.
tezelzül:
sarsıntı.
ünvan:
ad, isim, lâkap.
vefadar:
sözünde ve dostlulu-
ğunda devamlı olan, vefalı dost.
Ye’cüc, me’cüc:
Kur’ân’da bahsi
geçen, eski çağlarda Orta Asya’da
yaşayan ve medeniyetleri saldırı-
larıyla taciz eden yağmacı ve ta-
lancı acımasız iki vahşi güruh.
zaman-ı sahabe:
Sahabe zamanı,
Sahabe devri.
ziyade:
çok, fazla.
zulmet:
karanlık, Allah’ın nurun-
dan mahrum olma hâli.
zulüm:
haksızlık, eziyet, işkence.
âciz:
zayıf, güçsüz.
a’mal-i saliha:
salih ameller,
Allah’ın rızasına uygun yapıl-
mış iyi ve hayırlı işler.
amel:
bir insanın dinî emirler
ve yasaklara göre yaptığı iş,
hareket.
anarşi:
her türlü düzen ve
otoriteye karşı koyarak karı-
şıklığı meydana getirme du-
rumu.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
bilhassa:
özellikle.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
düstur:
kaide, esas, prensip.
eyyam-ı meşhure:
meşhur
günler.
fesat:
bozukluk, karışıklık, ni-
fak.
hâdisat:
hadiseler, olaylar.
hâdise:
olay.
hasenat:
iyi ameller, iyi işler,
hayırlar.
hissedar:
hisse sâhibi, hissesi
olan.
ifsat:
fesada uğratma, bozma,
karışıklık çıkarma.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemek-
sizin, sırf Allah rızası için yap-
ma.
iman:
inanç, itikat.
imdad-ı manevî:
manevî yar-
dım.
imdat:
yardım.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’
manasında kullanılan bir dua.
iştirak-i a’mal-i uhreviye:
ahirete ait olan işlerdeki or-
taklık, ahiretle ilgili amellere