Kastamonu Lahikası - page 211

ettikleri bir kitaba ve ders aldıkları bir zata, pek uzak bir
mesafede bakmak isteyen ve görmeyen bir ebleh, o
âlimlerin aksine hüküm verip onları tenkit eden, divane-
ce hezeyan eder.
Cenab-ı Hak, ehl-i imanı ve risale-i nur Şakirtlerini
böylelerin şerrinden muhafaza eylesin, âmin.
Said Nursî
ì@í
1 01
·
AzizKardeşlerim!
sizin fevkalâde sebat ve ihlâsınızın galebesi ve o mu-
sibeti def’inden sonra ehl-i dünya cepheyi değiştirdi. zın-
dıkanın desiseleriyle, bu havalide, bizlere karşı perde al-
tında maddî ve manevî tahşidatı başlamış; gayet dikkatle
ve şeytancasına şakirtlerin hakikî kuvvetleri olan tesanü-
dü bozmaya çalışıyorlar. sizlere risaleleri iade ettikleri
hâlde, kurnazcasına dolaplar çevriliyor. Biz, sizin bir şu-
beniz hükmünde olduğumuz hâlde, bizi asıl ve merkez
telâkki ettiklerinden, daha ziyade desiseleri bize karşı is-
timal ediyorlar. Hafız-ı hakikî, Cenab-ı Hak’tır; inşaallah
hiçbir zarar edemeyecekler. Fakat, bu şuhur-i mübareke-
nin eyyam ve leyali-i mübarekesinde halis dualarınızla bi-
ze yardım ediniz. Birşey yok, fakat mümkün oldukça ih-
tiyatlı ve dikkatli olunuz. Hazret-i Ali radıyallahü Anh ve
gavs-ı geylânî kuddise sirruhu gibi kahramanların
K
astamonu
L
âhiKası
| 211 |
ihtiyat:
uzak görüşlü olma, gele-
ceği düşünerek tedbirli hareket
etme.
inşaallah:
‘Allah izin verirse’ ma-
nasında kullanılan bir dua.
istimâl:
kullanma.
kuddise sırruhu:
sırrı mukaddes
olsun, sırrı mübarek olsun, sırrı
aziz olsun, (büyük velîler için kul-
lanılır).
leyali-i mübareke:
mübarek ge-
celer.
maddî:
madde ile alakalı, cisma-
nî.
manevî:
manaya ait, maddî ol-
mayan.
mesafe:
uzaklık, ara.
muhafaza:
koruma.
musibet:
felaket, bela.
radıyallahü anh:
Allah ondan ra-
zı olsun.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sebat:
sözünde durma, kararlı ol-
ma, azimlilik.
şakirt:
talebe, öğrenci.
şer:
kötülük.
şuhur-i mübareke:
mübarek ay-
lar.
tahşidat:
yığmalar, biriktirmeler,
toplamalar.
telâkki:
kabul etme, bir görüşle
bakma.
tenkit:
eleştirme.
tesanüt:
dayanışma, birbirine da-
yanma ve destek olma.
zat:
kişi, şahıs.
zındıka:
dinsizlik, inançsızlık.
ziyade:
çok, fazla.
âlim:
ilim ile uğraşan, ilim
adamı.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun,
kabul eyle!” anlamında dua-
nın sonunda söylenir.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
def:
mani olma, kovma, orta-
dan kaldırma.
desise:
hile, oyun, aldatmaca.
divane:
deli, aklı başında ol-
mayan.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ebleh:
pek akılsız, ahmak, ap-
tal, bön, alık, budala.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı,
dünya adamı, ahireti düşün-
meyen.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
eyyam:
günler, gündüzler.
fevkalâde:
olağanüstü.
galebe:
galip gelme, üstün-
lük.
gayet:
son derece.
hafız-ı hakikî:
hakikî ve tam
muhafaza eden; Allah.
hakikî:
gerçek.
halis:
samimî, her amelini
yalnız Allah rızası için işleyen.
havali:
bölge, etraf, çevre, ci-
var.
hezeyan:
saçmalama, herze.
hükmünde:
değerinde, yerin-
de.
hüküm:
emir, bir konu hak-
kında verilen karar.
iade:
geri verme.
ihlâs:
samimiyet, bir ameli
başka bir karşılık beklemek-
sizin, sırf Allah rızası için yap-
ma.
1...,201,202,203,204,205,206,207,208,209,210 212,213,214,215,216,217,218,219,220,221,...478
Powered by FlippingBook