Kastamonu Lahikası - page 219

Bütün geçmiş zaman ve kâinatlar, onun dalâleti nok-
tasında madumdur, ölmüştür; akıl alâkadarlığıyla ona zu-
lümatlar, karanlıklar veriyor. gelecek zamanlar ise, iti-
kadsızlığı cihetiyle yine madumdur ve ademle hâsıl olan
ebedî firaklar, mütemadiyen onun fikir yoluyla hayatına
zulümatlar veriyorlar.
Eğer iman hayata hayat olsa, o vakit hem geçmiş,
hem gelecek zamanlar, imanın nuruyla ışıklanır ve vücut
bulur; zaman-ı hâzır gibi, ruh ve kalbine, iman noktasın-
da ulvî ve manevî ezvakı ve envar-ı vücudiyeyi veriyor.
Bu hakikatin, İhtiyar Risalesinde, Yedinci Ricada izahı
var; ona bakmalısınız.
İşte hayat böyledir…
Hayatın lezzetini ve zevkini ister-
seniz, hayatınızı iman ile hayatlandırınız ve feraizle ziy-
netlendiriniz ve günahlardan çekinmekle muhafaza edi-
niz.
Her gün ve her yerde ve her vakit vefiyatların göster-
dikleri dehşetli hakikat-i mevt ise; size, başka gençlere
söylediğim gibi, bir temsil ile beyan ediyorum.
Meselâ, burada gözünüz önünde bir darağacı dikilmiş.
onun yanında bir piyango –fakat pek büyük bir ikrâmi-
ye biletleri veren– dairesi var. Biz buradaki on kişi alâkül-
lihâl, ister istemez, hiç başka çare yok, oraya davet edi-
leceğiz; bizi çağıracaklar. Ve çağırma zamanı gizli ol-
masından, her dakika ya, “gel, idam ilâmını al, dara-
ğacına çık,” veyahut “gel, milyonlar altın kazandıran bir
ikramiye bileti sana çıkmış, gel, al” demelerini beklerken,
K
astamonu
L
âhiKası
| 219 |
nur:
aydınlık, parıltı, ışık.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî var-
lık.
temsil:
benzetme, misal getirme.
ulvî:
yüksek, yüce; manevî, ruha-
nî.
vefiyat:
ölümler, vefatlar.
zaman-ı hâzır:
şimdiki zaman.
ziynet:
süs.
zulmet:
karanlık, Allah’ın nurun-
dan mahrum olma hâli.
adem:
yokluk.
alâkadar:
ilgili, ilişki.
alâküllihâl:
ister istemez, ol-
duğu kadar, şöyle böyle.
beyan:
açıklama, bildirme,
izah.
cihet:
yön.
dalâlet:
Hak ve hakikatten
sapma, doğru yoldan ayrılma,
azma.
darağacı:
idama mahkûm
olanların asıldıkları sehpa,
dâr.
dehşetli:
ürkütücü, korkunç.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
envar-ı vücudiye:
varlık ışık-
ları, varlığa ait olan nurlar.
ezvak:
zevkler.
feraiz:
farzlar.
firak:
ayrılık.
hakikat:
gerçek, esas.
hakikat-i mevt:
ölüm gerçe-
ği.
hâsıl:
meydana gelme, orta-
ya çıkma.
ilâm:
bildiri, ferman.
iman:
inanç, itikat.
itikat:
inanç, iman.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlem-
ler.
madum:
yok olan, mevcut ol-
mayan.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
meselâ:
örneğin.
muhafaza:
koruma.
mütemadiyen:
sürekli ola-
rak, devamlı.
1...,209,210,211,212,213,214,215,216,217,218 220,221,222,223,224,225,226,227,228,229,...478
Powered by FlippingBook