Hem, nev-i insanın ekseriyetini teşkil eden ihtiyarlar-
dan ve hastalardan sorunuz; elbette, ekseriyet-i mutlaka
ile esefler, hasretlerle, “eyvah, gençliğimizi badiheva,
belki zararlı zayi ettik; sakın bizim gibi yapmayınız!” di-
yecekler. Çünkü, beş on senelik gençliğin gayrimeşru
zevki için, dünyada çok seneler gam ve keder ve berzah-
ta azap ve zarar; ve ahirette Cehennem ve sakar belâsını
çeken adam, en acınacak bir hâlde olduğu hâlde,
(1)
o
¬n
d o
ôn
¶r
æo
j n
’p
Qn
ös
†dÉp
H À/
VGs
ôdn
G
sırrıyla, hiç acınmaya müstahak
olamaz.
Çünkü, zarara rızasıyla girene merhamet edil-
mez ve lâyık değildir.
Cenab-ı Hak bizi ve sizi, bu zamanın cazibedar fitne-
sinden kurtarsın ve muhafaza eylesin, âmin.
ì@í
‡
106
·
Aziz, Sıddık Risale-i Nur Şakirtleri Kardeş-
lerim!
risale-i nur Şakirtlerinin zayıf kısımlarına zarar veren,
hatıra gelmeyen, ihtiyar bir zat tarafından bir itiraz mü
nasebetiyle ve o gibi itirazların esasını kesecek bir haki-
kati beyan etmeye mecbur oldum. evvelce birisine dedi-
ğim gibi bunu tekrar ediyorum.
Hem mucib-i taaccüp, hem medar-ı teessüftür ki, ehl-i
hakikat, ittifaktaki fevkalâde kuvveti zayi ettikleri ve zıya’
ile mağlûp oldukları hâlde; ehl-i nifak ve dalâlet, meşrebi-
ne zıt olduğu hâlde, ittifaktaki ehemmiyetli kuvveti elde
ahiret:
dünya hayatından sonra
başlayıp ebediyen devam edecek
olan ikinci hayat.
âmin:
Yâ Rabbi! Öyle olsun, ka-
bul eyle!” anlamında duanın so-
nunda söylenir.
azap:
eziyet, işkence; büyük sı-
kıntı, şiddetli acı.
aziz:
izzetli, muhterem, saygın.
bad-ı heva:
heva ve heves rüzga-
rı, gelip geçici hevesler.
belâ:
musibet, sıkıntı.
berzah:
ruhların kıyamete kadar
bekleyeceği, dünya ile ahiret ara-
sındaki yer.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i dalâlet:
dalâlet ehli; yoldan
çıkanlar, azgın ve sapkın kimse-
ler.
ehl-i hakikat:
hakikati arzula-
yanlar, gerçeği bulup onun peşin-
den gidenler; Allah adamı.
ehl-i nifak:
iki yüzlü kimseler,
münafıklar, ara bozucular.
ekseriyet:
çoğunluk.
ekseriyet-i mutlaka:
mutlak ço-
ğunluk.
esef:
keder, hüzün, gam, tasa.
evvelce:
daha önce.
eyvah:
Yazık, heyhat!”.
fevkalâde:
olağanüstü.
fitne:
karışıklık, bozgunculuk.
gam:
keder, üzüntü.
gayrimeşru:
meşru olmayan, di-
ne aykırı, kanunsuz.
hakikat:
gerçek, esas.
hasret:
özlem.
itiraz:
kabul etmediğini belirtip
karşı çıkma.
ittifak:
birleşme, fikir birliği etme.
keder:
kaygı, acı, hüzün.
mağlûp:
yenilme, kendisine
galip gelinmiş.
medar-ı teessüf:
teessüf etti-
ren, eseflenme, beğenmeme
sebebi.
meşrep:
gidiş, hareket tarzı,
tavır, tutum, meslek.
mucib-i taaccüb:
şaşırmaya
sebep olan.
muhafaza:
koruma.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
müstahak:
hak eden, hak et-
miş.
nev-i insan:
insan türü, insa-
noğlu.
rıza:
kendi isteği ile davran-
ma.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
sakar:
Cehennem.
sıddık:
çok doğru, dürüst,
hakkı ve hakikati tereddütsüz
kabullenen.
şakirt:
talebe, öğrenci.
teşkil:
oluşturma, şekillendir-
me.
zaif:
zayıf.
zat:
kişi, şahıs.
zayi:
elden çıkmış, zarar, zi-
yan.
zıya:
kayıp, yitim.
1.
Zarara rızasıyla girene merhamet edilmez. (Dinî kaide.)
| 222 | K
astamonu
L
âhiKası