Bak şu deryanın dağvari emvacına: o da bize kızıyor. İş-
te, elhamdülillâh, öteki yüze çıktık. görürüz güneş yü-
zü.
Fakat çektiğimiz zahmeti ancak da biz biliriz. of, tekrar
buraya döndük; şu zemin-i vahşetzar, bulut damı zul-
mettar. Bize lâzım, revnaktar eder kalpteki gözü
Bir âlem-i ziyadar. Fevkalâde eğer bir cesaretin var; gi-
reriz de beraber, bu yolu. pürhatarkâr ikinci yolumu-
zu,
tabiat-ı arzı deleriz, o tarafa geçeriz. Ya fıtrî bir tünelden
titreyerek gideriz. Bir vakitte bu yolda seyrettim de
geçtim, bînaz ve pürniyazı.
Fakat o zaman tabiatın zemini eritecek, yırtacak bir
madde var idi elimde. üçüncü yolun o delil-i mu’cizi,
kur’ân onu bana vermişti. kardeşim, arkamı da bırak-
ma, hiç de korkma. Bak, hâ, şurada tünelvari mağa-
ralar, tahte’l-arz akıntılar beklerler ikimizi.
Bizi geçirecekler. tabiatta şu müthiş cümudiyeleri de se-
ni hiç korkutmasın. zira, bu abus çehresi altında mer-
hametli sahibinin tebessümlü yüzü.
radyumvari o madde-i kur’ân’ı ışıkla sezmiştim. İşte,
gözüne aydın! ziyadar âleme çıktık. Bak şu zemin-i
pürnazî.
Bu feza-i lâtif, şirin. Yahu başını kaldır. Bak, semavata
ser çekmiş, bulutları da yırtmış, aşağıda bırakmış, da-
vet ediyor bizi,
K
astamonu
L
âhiKası
| 229 |
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
pürhatarkâr:
çok tehlikeli.
pürniyaz:
yalvararak, niyaz ede-
rek.
radyumvari:
etrafa radyasyon
saçan radyum elementi gibi.
revnaktar:
göz alıcı parlaklık ve
güzellikte olan.
semavat:
semalar, gökler.
ser çekme:
baş dikme, baş kal-
dırma, yükseğe çıkma.
tabiat:
tüm varlıklar âlemi.
tabiat-ı arz:
yerin tabiatı, dünya-
nın yaratılışı.
tahte’l-arz:
yer altı, yerin alt ta-
bakaları.
tebessüm:
gülümseme.
tünelvari:
tünel gibi, tünele ben-
zer.
zahmet:
sıkıntı, eziyet, meşak-
kat.
zemin:
yeryüzü.
zemin-i pürnaz:
çok nazlı olan
zemin, yer.
zemin-i vahşetzar:
yabanî, ıssız
yer.
ziyadar:
ziyalı, ışıklı, parlak, ay-
dınlık.
zulmettar:
zulmetli, karanlıklı.
abus:
çatık çehreli, asık yüzlü,
somurtkan.
âlem:
dünya.
âlem-i ziyadar:
ışıklı âlem.
bînaz:
naz etmeden, nazlan-
madan, nazsız.
cümudiye:
büyük buz dağı,
buzul, buz kütlesi.
dağvari:
dağ gibi, yüksekçe
bir yer, dağ büyüklüğünde.
dam:
çatı, tavan.
delil-i mu’ciz:
mu’cize gibi
delil, insanı acze düşüren de-
lil.
derya:
deniz.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd
olsun, Allah’a şükür.
emvaç:
dalgalar.
fevkalâde:
olağanüstü.
feza-i lâtif:
güzel gök âlemi.
fıtrî:
tabiî, doğal.
madde-i Kur’ân:
Kur’ân mad-
desi, elemanı; Kur’ân ifadesi,
sözü.