ondan belâya düştük. zira âmâl, arzular, istidat ve hissi-
yat, daim ebedi ister. onun yolunu bilmezdik. Bizden
yol bilmemezlik; onda fizar ve niyaz.
Fakat, elhamdülillâh, şimdi gelişimizde bulduk nokta-i is-
timdat ki, daim hayat verir o istidad, âmâle; tâ ebe-
dülâbâda onları eder pervaz.
onlara yol gösterir, o noktadan istidad. Hem istimdad
ediyor, hem âb-ı hayatı içer, hem kemaline koşuyor o
nokta-i istimdat, o şevkengiz remz ü naz.
İkinci kutb-i iman ki, tasdik-i haşirdir. saadet-i ebedî o
sadefin cevheri. İman bürhanı, kur’ân; vicdan, insanî
bir raz.
Şimdi başını kaldır, şu kâinata bir bak, onun ile bir ko-
nuş. evvelki yolumuzda pek müthiş görünürdü. Şimdi
de mütebessim, her tarafa gülüyor, nazeninâne niyaz
ve avaz.
görmez misin: gözümüz arı-misal olmuştur, her tarafa
uçuyor. kâinat bostanıdır, her tarafta çiçekler. Her çi-
çek de veriyor ona bir âb-ı leziz.
Hem ünsiyet, teselli, tahabbübü veriyor. o da alır getirir,
şehd-i şahadet yapar. Balda bir bal akıtır o esrarengiz
şehbaz.
Harekât-ı ecrama, ya nücum ya şümusa nazarımız kon-
dukça, ellerine verirler Halık’ın hikmetini, hem mâye-i
ibreti. Hem cilve-i rahmeti alır, ediyor pervaz.
âb-ı hayat:
hayat suyu.
âb-ı leziz:
lezzetli, tatlı su.
âmâl:
emeller, arzular, istekler.
arı-misal:
arı gibi.
avaz:
bağırtı, çığlık.
belâ:
musibet, sıkıntı.
bostan:
sebze bahçesi.
bürhan:
delil, ispat, hüccet.
cevher:
esas, maya, öz.
cilve-i rahmet:
Cenab-ı Hakkın
merhamet, şefkat ve lütfunun
görüntüsü, rahmet tecellileri.
daim:
devam eden, devamlı, sü-
rekli.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
ebedülâbâd:
ebedlerin ebedî, tü-
kenmez, ebedî hayat, sonsuzluk.
elhamdülillâh:
Allah’a hamd ol-
sun, Allah’a şükür.
esrarengiz:
esrarlı, sırlı, gizli, gi-
zemli.
evvel:
önce.
fizar:
ağlayıp inleme, sesli ağla-
ma.
hâlık:
yoktan yaratan, her şeyi
yoktan var eden, yaratıcı; Allah.
harekât-ı ecram:
gök cisimleri-
nin hareketi.
hikmet:
İlahî gaye, yüksek bilgi,
fayda.
hissiyat:
hisler, duygular.
iman:
inanç, itikat.
insanî:
insana ait, insanla alâkalı.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istimdat:
medet dileme, imdat
isteme, yardıma çağırma.
kâinat:
evren; yaratılmış olan
şeylerin tamamı, bütün âlemler.
kemal:
olgunluk, fazilet.
kutb-i iman:
imanın bir rüknü,
esası.
mâye-i ibret:
ibret aynası, ibret
levhası.
mütebessim:
tebessüm
eden, gülümseyen, gülen, gü-
leç.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
nazar:
bakış, dikkat.
nâzeninâne:
nazikçesine.
niyaz:
Allah’a yalvarma ve
yakarma.
niyaz:
yalvarma, yakarma.
nokta-i istimdat:
yardım ve
medet isteme noktası.
nücum:
yıldızlar.
pervaz:
uçan, uçucu.
râz:
gizli tutulan şey, sır.
remz ü naz:
işaret ve zerafet.
saadet-i ebedî:
sonsuz mut-
luluk, sonsuz saadet.
sadef:
sedef, inci kabuğu.
şehbaz:
büyük, gösterişli,
mükemmel.
şehd-i şehâdet:
şehadet balı;
İlâhî hakikatleri bilmenin ve
idrak etmenin dünyadaki lez-
zeti.
şevkengîz:
aşırı isteklendi-
ren.
şümus:
güneşler, şemsler.
tahabbüp:
Sevgi gösterme,
muhabbet etme.
tasdik-ı haşir:
haşrin tasdiki,
haşri kabul ve tasdik etme.
teselli:
avutma, acısını dindir-
me.
ünsiyet:
alışkanlık, ülfet,
dostluk.
vicdan:
insanın içindeki, iyiyi
kötüden ayırabilen, iyilik et-
mekten lezzet duyan ve kö-
tülükten elem alan manevî
his.
| 236 | K
astamonu
L
âhiKası