Kastamonu Lahikası - page 239

evvelki elîm yolumuz, mağdûb ve dâllîn yolu. o yol ve-
rir vicdana, tâ en derin yerine, hem bir hiss-i elîmi,
hem bir şedit elemi. Şuur onu gösterir; şuura zıt olmu-
şuz.
Hem kurtulmak için de muztar ve hem muhtacız. Ya o
teskin edilsin, ya ihsas da olmasın. Yoksa dayana-
mayız; feryad ü fizar dinlenmez.
Hüdâ ise şifadır; heva iptal-i histir. Bu da teselli ister, bu
da tegafül ister, bu da meşgale ister, bu da eğlence is-
ter. Hevesat-ı sihirbaz,
tâ vicdanı aldatsın, ruhu tenvim edilsin, tâ elem hissol-
masın. Yoksa o elem-i elîm, vicdanı ihrak eder; fizara
dayanılmaz, elem-i yeis çekilmez.
demek sırat-ı müstakîmden ne kadar uzak düşse, o de-
rece nispeten şu hâlet tesir eder, vicdanı bağırttırır.
Her lezzetin içinde elemi var birer iz.
demek heves, heva, eğlence, sefahatten memzuç olan
şaşaa-i medenî, bu dalâletten gelen şu müthiş sıkıntıya
bir yalancı merhem, uyutucu zehirbaz.
ey aziz arkadaşım! İkinci yolumuzda, o nuranî tarîkte bir
hâleti hissettik. o hâletle oluyor hayat maden-i lezzet;
âlâm olur lezâiz.
onunla bunu bildik ki, mütefavit derecede, kuvvet-i iman
nispetinde ruha bir hâlet verir. Ceset ruhla mültezdir,
ruh vicdanla mütelezziz.
K
astamonu
L
âhiKası
| 239 |
lezaiz:
zevkler, lezzetler.
maden-i lezzet:
lezzetin kaynağı.
mağdûb:
Allah’ın gazabına uğra-
yanlar, lâyık olanlar.
memzuç:
birbirine mezcolmuş,
karışmış.
merhem:
ilaç; acıyı, kederi teskin
eden şey.
meşgale:
iş, uğraş, meşgul olu-
nan şey.
muztar:
çaresiz kalmış, yapmak
zorunda kalmış.
mültez:
lezzet alan, tat hisseden,
hazzeden, hoşlanan.
mütefavit:
birbirinden farklı, çe-
şitli olan.
mütelezziz:
lezzet alan, tat hisse-
den, hazzeden, hoşlanan.
müthiş:
dehşet veren, ürküten,
dehşetli, korkunç.
nisbetinde:
oranında, ölçüsünde.
nispeten:
nispetle, kıyaslayarak.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak, mü-
nevver.
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın te-
meli ve sebebi olan manevî var-
lık.
sefahet:
zevk, eğlence ve yasak
şeylere düşkünlük, sefihlik.
sırat-ı müstakim:
hak yol, Al-
lah’ın gösterdiği hidayet yolu.
şaşaa-i medenî:
medenî şaşaa,
medeniyetin göz kamaştırıcılığı.
şedit:
şiddetli.
şifa:
bedensel veya ruhsal bir
hastal?ğ?n son bulmas?, has-
tal?ktan kurtulma, onma.
şuur:
bilinç.
tarik:
yol.
tegafül:
gaflet gösterme.
tenvim:
uyutma, uyuşturma.
teselli:
avutma, acısını dindirme.
tesir:
etki.
teskin:
sakinleştirme, yatıştırma.
vicdan:
insanın içindeki, iyiyi kö-
tüden ayırabilen, iyilik etmekten
lezzet duyan ve kötülükten elem
alan manevî his.
zehirbaz:
zehir ile uğraşan.
âlâm:
kederler, elemler, acı-
lar.
aziz:
izzetli, muhterem, say-
gın.
ceset:
vücut, beden.
dalâlet:
Hak ve hakikatten
sapma, doğru yoldan ayrılma,
azma.
dâllîn:
doğru yolu şaşırmış,
günaha girmiş olanlar.
elem:
dert, üzüntü, maddî-
manevî ıztırap.
elem-i elîm:
çok acı veren
dert.
elem-i yeis:
ümitsizlik elemi,
yeisten gelen sıkıntı.
elîm:
şiddetli, çok dert ve ke-
der veren.
evvel:
önce.
feryad ü fizar:
yüksek sesle
bağırıp haykırmak, imdat is-
temek.
fizar:
ağlayıp inleme, sesli ağ-
lama.
hâlet:
hal, durum.
heva:
istek, arzu, nefse ait
olan şeylere düşkünlük, nef-
sin zararlı ve günah olan ar-
zuları.
heves:
nefsin hoşuna giden,
gelip geçici istek.
hevesat-ı sihirbaz:
her türlü
hile ve aldatmacalarla arzula-
rı okşama.
hiss-i elîm:
çok elem ve acı
verici his, duygu.
hüdâ:
doğru yolu gösterme.
ihrak:
yakma, ateşe verme.
ihsas:
hissetirme, sezdirme.
iptal-i hiss:
hissin iptali, du-
yarlılığı yitirme.
kuvvet-i iman:
iman kuvveti.
1...,229,230,231,232,233,234,235,236,237,238 240,241,242,243,244,245,246,247,248,249,...478
Powered by FlippingBook