kendilerini ve mahkemelerini ebedî mahcup edecek bir
bahane buldular; ve yüzden yalnız beş on adama beş altı
ay ceza verdiler.
Hem burada altı seneden ziyade karakolun nezareti ve
nazarı altında oturduğun odanın pencereleriyle daima
senin her vaziyetin karakolca görüldüğü hâlde; bundan
iki üç ay evvele kadar her vakit gizli, aşikâre seni taras-
sut, kaç defa taharri, dostları senden kaçırmak için tah-
kikatlarla sana en mühim ve karışık bir siyasetçi gibi bak-
maları nedendir? Biz bundan hem müteessir, hem müte-
hayyiriz. Ancak iki üç aydır yanınıza serbest gelebiliyo-
ruz. evvel de korkarak, gizli gelebilirdik. Bu meseleyi bi-
ze izah et.
Elcevap:
Ben de sizin gibi, belki sizden çok ziyade bu
vaziyetten hem hayret, hem taaccüp ediyordum. Bu su-
alinizin izahlı cevabı, Yirmi Yedinci lem’a olan mahke-
meye karşı müdafaat lem’asıyla, on Altıncı Mektup risa-
lesidir. Şimdilik kısaca bir iki esas beyan ediyorum.
Birincisi:
Asayişi temin ve idare memurları, inzibat po-
lisleri ve komiserleri, bize ve mesleğimize karşı değil te-
vehhümkârâne taarruz ve evhama düşmek, belki hima-
yetkârâne teşvik ve teşci etmek vazifelerinin muktezası-
dır. Çünkü, onların vazifelerinin temel taşı hürmet, mer-
hamet, helâl-haramı bilmekle, itaat düsturuyla hayat-ı
içtimaiye emniyet dairesinde cereyan edebilir.
Risale-i
Nur
, hayat-ı içtimaiyeye baktığı vakit, bu esasları temin
ediyor. neticesi de, bilfiil görülmüş.
asayiş:
emniyet, kanun ve nizam
hakimiyetin sağlanması.
aşikâre:
apaçık, belli, aşikâr,
meydanda, zahir.
bahane:
asıl sebebi gizlemek için
ileri sürülen uydurma sebep.
beyan:
açıklama, bildirme, izah.
bilfiil:
bizzat kendi çalışması ile,
kendi yaparak.
cereyan:
olma, meydana gelme.
düstur:
kanun, kural, esas.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
elcevap:
cevap olarak.
emniyet:
güvenlik, kanun ve ni-
zam hakimiyetinin sağlanması.
evham:
vehimler, zanlar, kurun-
tular.
evvel:
önce.
haram:
İslâmiyetçe yasaklanan
işler.
hayat-ı içtimaiye:
sosyal hayat,
toplum hayatı.
helâl:
din bakımından günah ol-
mayan şey.
himayetkârane:
korumaya çalı-
şarak.
hürmet:
saygı.
idare:
yönetim, memleket işleri-
nin yürütülmesi.
inzibat:
askerî polis.
itaat:
dinin emrettiklerini yerine
getirip yasaklarından kaçınma.
izah:
açıklama, ayrıntıları ile
anlatma.
mahcup:
utanan, utanmış.
mesele:
önemli konu.
meslek:
gidiş, tutulan yol, sis-
tem.
mukteza:
iktiza eden, gere-
ken.
müdafaat:
müdafaalar, sa-
vunmalar.
mühim:
önemli, ehemmiyet-
li.
müteessir:
teessüre kapılan,
hüzünlü, kederli, mahzun.
mütehayyir:
hayrete düşen,
şaşıran.
nazar:
göz atma, bakma, ba-
kış.
nezaret:
gözetme, bakma,
kontrol etme.
Risale-i nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin
eserlerinin adı.
sual:
soru.
taaccüp:
şaşma, hayret etme,
şaşakalma.
taarruz:
saldırma, sataşma,
ilişme.
taharri:
arama, araştırma.
tahkikat:
araştırmalar, soruş-
turmalar.
tarassut:
gözetme, göz altın-
da tutma.
temin:
sağlama.
teşci:
cesaret verme, cesaret-
lendirme.
tevehhümkârâne:
teveh-
hüm ederek, evhama kapıla-
rak.
vazife:
görev.
vaziyet:
durum.
ziyade:
çok, fazla, fazlasıyla.
| 200 | K
astamonu
L
âhiKası