Harika, hem de fıtrî bir şecaat vardır. Bunlar ile beraber,
mahiyet-i imanda öyle şehamet vardır; mevti hayat bi-
lirdi,
dünyayı cennet eder, şehadet devletidir. İzzet-i İslâmiyet
tabiatında vardır âlempesent şecaat. Hayatı her dem
satardı,
Firdevs’e gözü diker. elhâsıl, bu dört nokta, İslâmî uhuv-
vetin intibahı vaktinde, elbette mu’cizeler izhar edebi-
lirdi.
Hakkı himaye eder, intikam alabilir. eğer desen: “Şim-
diyse harbe kuvvet kalmadı, telefiyat çok oldu,
“Baştaki adamların niyetleri şüpheli!” Ben de derim: Muz-
tarız, harb gelir, çekmiyoruz. Şehid de bir velîdir. Ci-
hadımız eskide farz-ı kifaye idi;
Şimdi farz-ı ayn olmuş, belki muzaaf bir farz. Hac ve ze-
kât gibi, cihaddaki niyetin, tasarrufu pek az idi.
Hatta adem-i niyet de, niyet hükmünde olur. zira, asıl hâ-
kimdir. demek niyetin zıddı, kat’an sübut bulmazsa, in-
taç eder cihadı.
Hakikî bir şehadet! zira vücup tezauf etse, taayyün eder,
ihtiyârî niyetin tesiri de azalır; olmaz fiilin mesnedi.
Şu günahkâr millette birdenbire on binler, velî olan şehit-
ler etse inkişaf, zuhur; az mükâfat değildir, küçük ih-
san değildi.
inkişaf:
gelişme.
intaç etmek:
netice vermek, so-
nuç doğurmak.
intibah:
uyanık olma, uyanma;
gafletten sıyrılma.
intikam:
öc.
islâmî uhuvvet:
İslâm kardeşliği,
İslâm’ın öngördüğü kardeşlik.
izhar:
açıklama, gösterme.
izzet-i islâmiyet:
İslâm’ın onuru,
şerefi, itibarı.
kat’an:
kesinlikle, katiyen, asla.
kuvvet:
güç, iktidar.
mahiyet-i iman:
imanın yapısı, ni-
teliği.
mesnet:
Dayanılacak şey, daya-
nak, dayanılan.
mevt:
ölüm.
mu’cize:
ancak Allah’ın kudreti ile
yapılan ve peygamberin ricası ile
olan harika olaylar, işler.
muzaaf:
bir kat daha artmış, bir o
kadar daha çoğaltılmış.
muztar:
zorda kalma, çaresiz.
mükâfat:
ödül.
niyet:
bir şeyi yapmaya karar ver-
me, kalbin yönelişi.
niyet:
kalbin ameli olan iyi düşün-
ce.
nokta:
önemli husus.
sübut:
kararlı hale gelme, gerçek-
leşme.
şecaat:
yiğitlik, yüreklilik, cesur-
luk.
şehadet:
şehitlik.
şehamet:
akıl ve zekâdan kay-
naklanan cesaret.
şehit:
Allah yolunda canını feda
eden.
şüphe:
tereddüt, kuşku.
taayyün:
meydana çıkararak be-
lirleme.
tabiat:
karakter, temel yapı.
tasarruf:
sarf etme, kullanma.
telefiyat:
savaş, kaza ve başka se-
beplerle uğranılan can kaybı.
tesir:
etki; eser bırakma, etkileme.
tezauf:
İki kat olma, iki misli olma,
katlanma.
velî:
Allah’ı bilen ve dostluğuna sı-
ğınan.
vücup:
vacip ve lüzumlu olma,
varlığı gerekli olma, gerekme.
zekât:
malın kırkta birinden fakire
verme.
zıddı:
karşıtı.
zira:
çünkü.
zuhur:
ortaya çıkma, görünme.
adem-i niyet:
niyetin olma-
ması.
âlempesent:
âlemin beğenisi-
ni kazanmış.
asıl:
esas, temel.
belki:
kesinlikle, bilakis.
birdenbire:
aniden.
cennet:
sonsuz mutluluk yur-
du, en büyük mükâfat.
cihad:
maddî-manevî imkân-
larla, Allah için din adına yapı-
lan mücadele.
dem:
an, vakit.
eğer:
şayet.
elhâsıl:
sözün özü.
farz:
kesin yapılması gerekli
olan; İslâmiyette kesin olarak
yapılması gereken emir.
farz-ı ayn:
teker teker, her
mükellef Müslümanın yerine
getirmesi lâzım gelen farz.
farz-ı kifaye:
bir kısım Müslü-
manların yerine getirmesiyle,
diğerlerinin üzerinden kalkan
farzlar.
fıtrî:
Allah’ın yarattığı gibi, do-
ğal.
fiil:
iş, hareket, eylem.
Firdevs:
cennetin en güzel
bahçesi.
hak:
doğru, gerçek, hakikat;
doğruluk.
hakikî:
gerçek.
hâkim:
her şeyi hükmü altına
alan.
harika:
mükemmel.
harb:
savaş.
hayat:
yaşayış, yaşama.
himaye:
koruma.
hükmünde:
yerinde, değerin-
de.
ihsan:
iyilik yapma ve bağış
yapma.
ihtiyârî:
tercihle ilgili, seçme
özgürlüğü ile ilgili.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 781 |
l
emaaT