Himmeti tatmin etmez, şevki de teskin etmez, zevki de
taltif etmez. öyle ise o medlûlü ya cam gibi etmeli, ya
her tarafı delmeli, harice baktırmalı; zekâ çıksın ziya-
ya.
zira hariç geniştir, meydan-ı cevelândır, hakaik sabitedir.
o küçücük zihninde medlûlün parçasından diktiğin an-
kebutî dâm-ı vehim ve hevâya,
Bir sineğe dar gelen bir gömleği getirme, Arş-ı kürsî’ye
giydirme. sinek kanadı kadar küçücük bir harita, ves-
veseye sermaye;
sahife-i medlûlde, zihinde tersim edersin; sonra onun
içinde kendini kaybedersin, at koşturmak istersin. Bak
dahi bu belâya!
ey maddeperest tabiatla âlûde! kör kuvvet de kör etmiş,
lâfız ve suret aldatmış. Bırak deha-i fenni; tâ sen çıka-
sın bir hüdaya.
Beş perdeden bir perde sana misal gösterdim ki, beşinci
en küçüğü, başkaları kıyas et. sofestaî, maddiyyun se-
ni atar gayyaya.
sarıl silsile-i semaya; isal eder o bizi tâ cennet-i Âlâya.
• • •
Dua Muhal, Hem Masiyet Olmamalı!
(1)
dua, kat’an, samimî ise kabul olur: gehî aynen, gehî ma-
nen. Fakat, şart-ı talep de’b-i edep, daim olur lâzım.
edep yoksa niyaz olmaz.
âlûde:
bulaşmış, karışmış.
ankebutî:
örümcek ağı gibi.
arş-ı kürsî:
sekizinci gök tabakası
üzerindeki Allah’ın kudret ve ulu-
luğunun tecelli ettiği dokuzuncu
gök tabakası.
aynen:
aynısı.
belâ:
felâket, musibet.
cennet-i Âlâ:
cennet katlarının en
yükseği, sekizinci cennet, cennet-i
vesile.
daim:
devamlı.
dam-ı vehim ve heva:
nefsin ar-
zuları ve kuruntularından teşekkül
eden ağ, tuzak.
de’b-i edep:
edep kuralları; ahlâk.
deha-i fen:
aklın fennî bilimlerden
faydalanarak gösterdiği harikalar.
dua:
Allah’a yalvarma.
edep:
iyi ahlâk, güzel terbiye.
gayya:
cehennemde bir kuyu ve-
ya dere.
gehî:
ara sıra olarak, bazen.
hakaik:
gerçekler.
hariç:
dışarı.
harita:
dağarcık, kulplu kese, me-
şin torbacık.
himmet:
çalışma ve gayret duy-
gusu.
hüda:
İlâhî kaynaklı hak yol ve
prensipleri; hak ve doğru olan yol.
isal etmek:
ulaştırmak.
kat’an:
kesinlikle, kat’iyen, asla.
kıyas:
oranlama, mukayese etme.
kör kuvvet:
insanın ihtiyacını ve
kendisini görmeyen güç.
lâfız ve suret:
kelime ve görünüş,
şekil.
lâzım:
gerek, gerekli.
maddeperest:
maddeci, maddeye
tesir verenler.
maddiyyun:
maddenin ezelî ve
ebedî olduğuna, sonradan yaratıl-
mamış bulunduğuna inananlar,
maddeye bağlı kalanlar, maddeci-
ler, materyalistler.
manen:
manaca.
masiyet:
günah.
medlûl:
delil olarak gösterilen şey.
meydan-ı cevelân:
hareket
alanı.
misal:
örnek.
muhal:
aklın kabul etmesi im-
kânsız olan şey.
niyaz:
Allah’a dua etme.
sabite:
ispatlanmış.
sahife-i medlûl:
delil olarak
gösterilen şeylerin sayfası.
samimî:
yakın, sıcak.
sermaye:
ana mal.
sofestaî:
eski Yunan felsefe-
sinde hiçbir şeyin mutlak haki-
katinin olmadığı, her şeyin öl-
çüsünün insanın bilgisine da-
yalı olduğu inancını savunarak
değerleri ve ahlâkı sorgulaya-
rak tahrip etmeye çalışan kim-
se.
şart-ı talep:
isteme kuralı.
şevk:
heyecan ve coşku.
tabiat:
madde âlemi, varlıklar.
taltif:
lütfetme, sözle ve hedi-
ye ile onore etme.
tatmin:
doyuma ulaşma.
tersim etmek:
suret giydirme,
resmini çizme.
teskin:
sakinleştirme.
vesvese:
kuruntu, şüphe.
zevk:
lezzetlenme, tatlanma,
haz duygusu.
zihin:
beyin, akıl.
zira:
çünkü.
ziya:
aydınlık, ışık.
ç
ekirdekler
ç
içekleri
| 788 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Bu mebhas R/H 1337/1339 tarihli ilk baskı Lemaat’tan alınmıştır.