Birer nur-i münbasit. ger şems hayvan olaydı, olur hara-
reti hayatı, ziya onun şuuru. Şu havâssa maliktir âyi-
nede timsali.
İşte budur şu esrarın miftahı: Cebrail hem sidre’de, hem
suret-i dıhyede, meclis-i nebevîde,
Hem kim bilir kaç yerde! Azrail’in bir anda Allah bilir kaç
yerde ruhları kabzediyor. peygamberin bir anda,
Hem keşf-i evliyada, hem sadık rüyalarda ümmetine gö-
rünür, hem haşirde umum ile şefaatle görüşür.
Velîlerin abdalı çok yerlerde bir anda zuhur eder, görü-
nür.
• • •
Müstait; Müçtehit Olabilir, Müşerri Olamaz
İçtihadın şartını haiz olan her müstait, ediyor nefsi için
nas olmayanda içtihat. ona lâzım; gayra ilzam edemez.
ümmeti davetle teşri edemez. Fehmi, şeriattan olur, lâ-
kin şeriat olamaz. Müçtehit olabilir, fakat müşerri’ ola-
maz.
İcma ile cumhurdur, sikke-i şer’i görür. Bir fikre davet et-
mek, zann-ı kabul-i cumhur şart-ı evvel oluyor.
Yoksa davet bid’attır, reddedilir. Ağzına tıkılır, onda da-
ha çıkamaz.
• • •
abdal:
Allah dostlarından haram
ve şüpheli şeyleri yemekten kaçı-
nan, farzları tam yapıp haramlar-
dan ve günahlardan azamî kaçına-
rak fazla nuranîleşerek bir anda
birkaç yerde görünebilme mele-
kesi kazananlar.
âyine:
ayna, bir şeyi olduğu gibi
yansıtma, gösterme.
azrail:
mahlûkatın ruhlarını al-
makla mükellef melek.
bid’at:
Kur’ân ve sünnetin yerine
geçen hüküm, dinin kabul etmedi-
ği, reddettiği şey.
Cebrail:
vahiy meleği.
cumhur:
çoğunluk.
davet:
bir şeyi kabul etmeye ça-
ğırma.
esrar:
sırlar, gizemler.
fehim:
anlama, kavrama.
gayr:
başkası.
gayrı ilzam etmek:
başkasını ka-
bule, uymaya zorlamak.
ger:
eğer.
haiz:
bir şeyi yapmaya sahip, ehli-
yet kazanmış kişi.
hararet:
ısı.
haşir:
öldükten sonra ahiret âle-
minde cesetlerin yeniden hayat-
lanması ve Allah’ın huzurunda
toplanmaları.
havâs:
duyular, duygular.
hayvan:
canlı.
icma:
fikir birliği, bir konuda bilgin-
lerin ortak görüşü.
içtihat:
dinî ilimlerde ihtisas ehli
olan bilginlerin kesin olmayan hu-
suslarda Kur’ân ve sünnetten çı-
kardıkları hükümler.
keşf-i evliya:
Allah dostlarının
manevî âlemde bazı sırlara, haki-
katlere vâkıf olmaları.
lâkin:
ama, fakat.
lâzım:
gerek, gerekli.
malik:
sahip, mülk sahibi.
meclis-i nebevî:
Peygamber hu-
zuru.
miftah:
anahtar.
müçtehit:
dini ilimleri öğrenerek
Kur’ân ve hadisten hüküm çıkar-
ma derecesine ulaşan ihtisas sahi-
bi bilgin.
müstait:
istidat, kabiliyet ve ihti-
sas sahibi.
müşerri:
kanun koyucu ve uy-
maya zorlayıcı.
nas:
Kur’ân ve Hadis gibi temel
dini kaynaklar.
nefis:
kendi.
nur-i münbasit:
yayılmış, ge-
nişlemiş nur.
ruhları kabzetmek:
mahlûka-
tın ruhlarını cesetlerinden çı-
karıp almak.
sadık:
doğru.
sidre:
yedinci kat gökte, Pey-
gamberimizin de çıkabildiği en
son makam; Arşın sağ yanında
bulunduğu rivayet edilen ve
ötesine hiç bir yaratığın geçe-
mediği bir ağaç.
sikke-i şer’:
dinin amacını
yansıtan şeriat mührü.
suret-i dıhye:
Hz. Dıhye sure-
tinde, onun görünüşünde.
şart-ı evvel:
birinci kural, ilk
şart.
şefaat:
af için yüce Allah’ın hu-
zurunda aracı olma.
şems:
güneş.
şeriat:
din; Allah’ın emri, İlâhî
kanun.
şuur:
idrak, düşünce, bilinç.
teşri:
dinî hüküm koyma, ka-
nun vazetme.
timsal:
aynada yansıyan gö-
rüntü, suret, resim.
umum:
genel, bütün.
ümmet:
millet, bir peygambe-
re tâbi olanlar.
velî:
Allah’ı bilen ve dostluğu-
na sığınan.
zann-ı kabul-i cumhur:
ço-
ğunluğun kabul ettiği kanaat.
ziya:
aydınlık, ışık.
zuhur:
ortaya çıkma, görün-
me.
ç
ekirdekler
ç
içekleri
| 660 |
Eski said dönEmi EsErlEri