Hatta, adem-i niyet dahi, asıl nokta-i nazarından niyet
hükmündedir. demek, zıdd-ı niyet, yakînen tebeyyün et-
mezse, cihad şahadet-i hakikiyeyi intaç eder. zira vücup
tezauf etse, taayyün eder. İhtiyârı tazammun eden ni-
yetin tesiri azalır. Şu günahkâr millete, birdenbire on
binler evliya inkişaf ve tezahür etse, az bir mükâfat de-
ğildir.
(Tulûat)
jn
Bizde biri fasık olsa, galiben ahlâksız ve vicdansız olur.
zira arzu-i masiyet, vicdandaki imanın sadâsını sustur-
makla inkişaf edebilir. demek, vicdanını ve maneviyatı-
nı sarsmadan, istihfaf etmeden, tam ihtiyâr ile şerri işle-
mez. onun için, İslâmiyet, fasıkı hain bilir, şahadetini
reddeder. Mürtedi zehir bilir, idam eder. Hristiyan bir
zimmîyi ve kâfir muahidi ibka eder. Hanefî mezhebi zim-
mînin şahadetini kabul eder.
İcra-i adalet, din namına olmalı; tâ akıl ve kalb ve ruh
müteessir olsunlar, imtisal etsinler. Yoksa, yalnız vehim
müteessir olur. Yalnız hükûmetin cezasından korkar –
eğer tahakkuk etse–. nâsın itabından çekinir –eğer te-
beyyün etse–.
(Tulûat)
lp
Bir cani yüzünden, çok masumları ihtiva eden bir ge-
mi batırılmaz. Bir cani sıfat yüzünden çok evsaf-ı masu-
meyi muhtevi bir mü’mine adavet edilmez.
(Tulûat)
jn
adavet:
düşmanlık.
adem-i niyet:
niyet etmemek, ni-
yetin olmaması.
ahlâksız:
kötü huylu.
arzu-i masiyet:
günah isteği.
cani:
cinayet işlemiş kimse.
cihad:
din uğrunda çalışma gere-
kirse savaşma.
dahi:
bile.
evliya:
erenler, velîler.
evsaf-ı masume:
masum sıfatlar.
fasık:
günah işlemeyi, kötülük
yapmayı alışkanlık hâline getiren
kimse.
galiben:
çoğunlukla.
Hanefî mezhebi:
dört büyük Ehl-i
Sünnet mezhebinden kurucusu
İmam-ı Azam Ebu Hanife’nin oldu-
ğu mezhep.
hükmünde:
yerinde, değerinde.
ibka etmek:
yerinde bırakmak.
icra-i adalet:
adaletin yerine geti-
rilmesi.
idam etmek:
idam cezası, bir kim-
seyi işlediği bir suçtan dolayı ka-
nun gereğince öldürme.
ihtiva etmek:
içinde bulundur-
mak.
ihtiyâr:
seçme, tercih, irade.
imtisal etmek:
alınan emre bo-
yun eğmek.
inkişaf etmek:
meydana çıkmak;
gelişmek.
intaç etmek:
netice vermek, so-
nuçlanmak.
istihfaf etmek:
küçümsemek, ha-
fife almak.
itap:
azarlama, paylama, rencide
etme.
kâfir:
inançsız.
kalb:
insanın manevî bünyesinde-
ki hislerin ve duyguların merkezi.
maneviyat:
ruha, hisse, inanca ait
şeyler.
masum:
suçsuz, kabahatsiz, gü-
nahsız.
muâhit:
anlaşma yapan.
muhtevi:
içinde bulunduran.
mükâfat:
hizmet veya başarıdan
ötürü verilen şey, ödül.
mü’min:
iman eden, inanan; Müs-
lüman.
mürtet:
irtidat eden, İslâm dinini
bırakarak eski dinine veya başka
bir dine geçmiş olan, din değişti-
ren.
müteessir olmak:
etkilenmek.
namına:
adına, hesabına.
nâs:
insanlar.
niyet:
bir şeye karar vermek.
nokta-i nazar:
görüş açısı, fi-
kir.
ruh:
insan ve hayvanlardaki
dirilik kaynağı.
seda:
ses, seda.
sıfât:
nitelik, vasıf.
şahadet:
şahit olma, şahitlik,
tanıklık.
şahadet-i hakikiye:
gerçek
şehitlik.
şer:
yasak olan şey, kötülük.
taayyün etmek:
meydana
çıkmak.
tahakkuk etmek:
gerçekleş-
mek, olmak.
tazammun etmek:
içinde bu-
lundurmak, kapsamak.
tebeyyün etmek:
meydana
çıkmak, görünmek.
tesir:
etki.
tezahür etmek:
zuhur etmek,
ortaya çıkmak.
tezauf etmek:
iki misli olmak,
katlanmak.
vehim:
yanlış ve esassız dü-
şünce.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı
şerden ayırt etmeye yardımcı
olan ahlâkî duygu.
vicdansız:
merhametsiz.
vücup:
varlığı gerekli olma,
gerekme.
yakinen:
hiç şüphe edilecek
bir tarafı bulunmaksızın, şüp-
heye düşmeden.
zıdd-ı niyet:
niyetin aksi, zıddı.
zimmî:
İslâm devleti teb’asın-
dan olan ve cizye denilen ver-
giyi ödeyen gayrimüslimler.
zira:
çünkü.
H
ikem
-
i
B
ediiYe
| 636 |
Eski said dönEmi EsErlEri