müncezip bir cezbedir. Bazen netice hak ve mütehakkık,
delil ve vesile hata olabilir.
(HaşİYe)
Velî-i arif, tarikte yanlış surette hata etse, matlûb-i ha-
kikîyi bulamaz. zira yol bozuksa, maksuda götüremez.
Şart olmazsa, meşrut dahi hâsıl olmaz. Âşık-ı muhdî
binefsihî hâdî, ligayrihî mudıldır; arif-i muhtî dâldir. gü-
ruh-i arifînden bir kısmın idam ve idlâline sebep olan işa-
rat ve şatahatı âşıkîn kısmı tasrih ettiler, hürmete maz-
har kaldılar. Marifeti aşkına galip olan Muhyiddin-i Ara-
bî işaret etti, kendini oklara hedef etti; Câmi-i âşık tasrih
etti, hürmetle yaşadı. İbnü’l-Fârıd, Muhyiddin’den daha
ileri gitti, ümmetin itabından ondan geri kaldı. Aşksız İb-
ni seb’în’in sözleri ilhad telâkki edildi.
(1)
(Tulûat)
jn
kuvveden fiile geçmek olan faaliyetteki şedit ve
mütenevvi lezzet, tagayyür-i âlemin mâyesi ve kanun-i
tekâmülün nüvesidir. zindandan bostana çıkmak,
daneden sümbüle geçmek aynı lezzettir. Faaliyet istihale-
yi tazammun etse, lezzet tezayüt ederek taşar. Vazifede-
ki külfeti taşıttıran o tattır. zîşuura nispeten gayetteki
kemal ne kadar cazibedarsa, “lâmüdrike”ye nispeten
rilen dine uygun düşmeyen işaret-
ler.
itab:
azarlama, paylama.
kanun-i tekâmül:
gelişme kanu-
nu, ilerleme, mükemmelleşme ka-
nunu.
kastî:
hedef güdülen, gaye.
kemal:
mükemmellik; değer.
kışır:
kabuk, koruyucu tabaka.
kuvve:
niyet, fikir, düşünce.
külfet:
zahmet, sıkıntı, zorluk.
lâ müdrike:
anlayışsız, idraksiz.
ligayrihî:
başkası için, başkasına.
lüb:
öz, çekirdek.
maksut:
istenilen şey; istek.
marifet:
bilgi, ilim.
matlûb-i hakikî:
gerçek istenilen,
arzu edilen.
mâye:
maya.
mazhar:
nail, kavuşmuş.
menhî:
yasaklanan, yanlış kabul
edilen.
meşrut:
şarta bağlı olan.
mudıl:
yoldan çıkarıcı, saptırıcı.
muhyiddin-i arabî:
ilim ve felsefe
yönünden çok ileri seviyede olan
İslâm Âlimi.
münâfî:
aykırı, zıt.
müncezip:
tutkun.
mütehakkik:
doğrulanan, hak
olan.
mütenevvi:
çeşitli.
nazar::
anlayış, bakış; bakış açısı.
nefs-i zikir:
zikrin kendisi, Allah’ı
anma ve hatırlama.
nüve:
çekirdek.
şatahat:
dengesiz ve ölçüsüz söz-
ler; cezbe hâlinde iken söylenen
dine aykırı sözler.
şedit:
tesirli.
şer’an:
dinî açıdan, dinî yönden.
şer’î:
dinle ilgili, dinden olan.
tagayyür-i âlem:
âlemde olan de-
ğişim, başkalaşım.
tarik:
takip edilen yol.
tasavvufî:
kişinin kalbini dünya il-
gilerinden kesip gönlünü Allah
sevgisine bağlamasıyla alâkalı.
tasrih etme:
açıklama.
tayin etme:
belirtme, gösterme.
tazammun:
içine alma, kapsama.
telâkki edilme:
anlaşılma, görül-
me.
tezayüt etme:
artma, çoğalma.
ümmet:
bütün Müslümanlar.
vakar-ı zikir:
Allah’ı anma ciddi-
yeti.
velî-i arif:
bilgi ve irfanıyla Allah’ın
sevgisine, himayesine kavuşmuş,
ermiş kimseler; Allah dostu, evliya.
vesile:
aracı, araç.
zikir ayini::
Allah’ı anma, hatırla-
ma toplantısı.
zîşuur:
şuurlu, şuur sahibi.
ziyade:
çok, daha çok.
arif-i muhdî:
doğru yola davet
edici bilgin.
asl-ı ibadet:
kulluğun esası.
âşık-ı muhdî:
hidayete, doğru
yola davet eden âşık.
âşıkîn:
aşıklar.
binefsihî:
kendi nefsine, kendi
kendnine.
Câmi-i âşık:
tasavvufta İlâhî
aşk yolunu seçen Molla Câmi,
yani Mevlâna hazretleri.
cazibedar:
çekici, cezp edici.
ceviz-i Hindî:
Hindistan cevizi.
cezbe:
çekim, tutku.
dâl:
azdırıcı, sapkın.
ef’al:
işler, oluşlar; fiiller.
gayet:
son, nihayet.
güruh-i arifîn:
bilenler, bilgin-
ler grubu.
hâdî:
doğru yol göstericisi.
hâsıl olmak:
meydana gel-
mek, ortaya çıkmak.
haşiye:
ilâve, ek.
ıztırarî:
zorunlu ihtiyaçla ilgili.
ibni seb’în:
filozof İslâm bilgi-
ni.
ibnü’l-Fârıd:
tasavvufta ilim
ve tefekkür yolunu takip eden
İslâm âlimi.
idlâl:
sapkınlık.
ihtiyâr:
tercih, cüz-i irade.
ihtiyârî:
tercih edilen, seçilen.
ilhad:
İslâm inancından sap-
ma, inançsızlık, dinsizlik.
incizabî:
İlahî aşkın çekiciliği
ile ilgili.
istihale:
başkalaşım, dönü-
şüm.
işarat:
cezbe hâlinde iken ve-
HaşİYe:
Sual:
tarikatlerdeki muhtelif zikir ayinlerine ne dersin?
Cevap:
ef’al ve harekâta ibadet nazarıyla bakılmamak, hem vakar-ı zik-
re münâfî olmamak, hem şer’an menhî hareket bulunmamak şartıyla
zararsızdır. Harekât kastî, ihtiyârîden ziyade incizabî, ıztırarî olmalı. zira
asl-ı ibadet nefs-i zikirdir. Harekâtın tayini, ayet, ihtiyâra bırakmıştır.
Şer’an tayin edilen ef’ale benzemez. Şer’î olan, ceviz-i Hindîye benzer;
kışrı da lübdür. tasavvufî olan, cevizimize benzer; kışrı yenilmez.
Eski said dönEmi EsErlEri
| 629 |
H
akikaT
ç
ekirdekleri
-ıı
1.
Âşık-ı hakikî ile velî-i arif arasındaki farkı ifade eden bu kısım hâşiyesiyle birlikte Rumî 1337
(1921) tarihli ilk baskı HakikatÇekirdekleriİkinciCüz’den alınmıştır.