101.
(1)
p
ít
bn
ƒs
àdÉp
H o
AÉn
°ùu
ædG n
?s
Ln
ôn
J p
¢S t
ƒn
¡s
àdÉp
H o
?Én
Lpq
ôdG n
ås
fn
Én
J Gn
P p
G
(Sünuhat)
Bir meclis-i ihvana güzel bir karı girdikçe riya, reka-
bet, haset damarı intibah eder. demek, inkişaf-ı nis-
vandan, medenî beşerde ahlâk-ı seyyie inkişaf eder.
(Münazarat)
102.
Beşerin şimdiki seyyiatâlûd hırçın ruhunda, müte-
bessim küçük cenazeler olan suretlerin rolü ehemmi-
yetlidir.
(Nokta)
103.
Memnu heykel, ya bir zulm-i mütehaccir, ya bir
heves-i mütecessim veya bir riya-i mütecessittir.
(
Şuaat)
104.
İslâmiyet’in müsellematını tamamen imtisal etti€i
cihetle bihakkın daire-i dâhiline girmiş zatta, meylü’t-
tevsi, meylü’t-tekemmüldür. lâkaytlık ile hariçte sa-
yılan zatta, meylü’t-tevsi, meylü’t-tahriptir. Fırtına ve
zelzele zamanında, de€il içtihat kapısını açmak, bel-
ki pencerelerini de kapatmak maslahattır. lâubalîler
ruhsatlarla okşanılmaz; azimetlerle, şiddetle ikaz edi-
lir.
(Şuaat)
105.
Bîçare hakikatler, kıymetsiz ellerde kıymetsiz olur.
(İşarat)
106.
küremiz hayvana benziyor, asar-ı hayat gösteri-
yor. Acaba yumurta kadar küçülse, bir nevi hayvan
olmayacak mıdır? Veya bir mikrop küremiz kadar
çılması.
intibah:
uyanıklık, uyanma.
küre:
dünya, yeryüzü.
kıymetsiz:
değersiz.
lâkayt:
kıymet ve ehemmiyet
vermeyen, ilgisiz.
lâubalî:
saygısız, pervasız.
maslahat:
fayda, gaye.
meclis-i ihvan:
kardeşler meclisi,
kardeş topluluğu.
medenî:
hayat tarzı.
memnu:
yasaklanmış.
meylü’t-tahrip:
yıkma tahrip eğili-
mi, duygusu.
meylü’t-tekemmül:
olgunlaşma,
gelişme eğilimi, duygusu.
meylü’t-tevsi:
genişletme, istila
etme eğilimi.
müsellemat:
dinin doğruluğu, her-
kesçe kabul ve tasdik edilen bilgi-
ler, esaslar.
mütebessim:
gülümseyen, gülen,
güleç.
nevi:
çeşit, tür.
rekabet:
rakip olma hâli, birbirini
çekememe.
riya:
iki yüzlülük, yalandan göste-
riş, samimiyetsizlik.
riya-i mütecessit:
ceset hâline gir-
miş ikiyüzlülük.
ruhsat:
izin, müsaade.
seyyiatâlûd:
kötülüklerle karış-
mış.
suret:
biçim, şekil.
zat:
kişi, şahıs, fert.
zelzele:
yer sarsıntısı, deprem.
zulm-i mütehaccir:
taşlaşmış zu-
lüm.
ahlâk-ı seyyie:
kötü huylar.
âlem:
dünya, cihan.
âsâr-ı hayat:
hayat emareleri,
işaretleri.
azimet:
takva ile şiddetli ka-
çınma, günahlardan uzak dur-
ma.
beşer:
insan, insanlık.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
bihakkın:
gerçek anlamıyla,
hakkıyla.
cenaze:
ölü beden, ölü ceset.
cihet:
yön, taraf.
daire-i dahil:
iç daire, iç bö-
lüm.
ehemmiyet:
kıymet, değer.
hakikat:
gerçek.
hariç:
dışında, dışta bırakılmak
üzere.
haset:
kıskançlık, çekemezlik.
hayâ:
utanma duygusu, sıkıl-
ma.
hevesat:
hevesler.
heves-i mütecessim:
cisim-
leşmiş heves.
hırçın:
çabuk kızıp sinirlenen.
içtihat:
din âlimlerinin şer’i
esaslar dahilinde Kur’ân ve
sünnete uygun şekilde bir ko-
nuda fikir ortaya koymaları,
hüküm vermeleri.
ikaz:
uyarma, uyandırma.
imtisal:
uymak.
inkişaf:
gelişme.
inkişaf-ı nisvan:
feminizmin
gelişmesi; kadınların açılıp sa-
Eski said dönEmi EsErlEri
| 619 |
H
akikaT
ç
ekirdekleri
-ı
1.
Hevesata uyarak erkekler kadınlaştığı zamanda, kadınlar da hayâsızlaşarak erkekleştiler.