90.
eskiden ekser İslam aç değildi; tereffühe ihtiyâr var-
dı. Şimdi açtır; telezzüze ihtiyâr yoktur.
(İşarat)
91.
Muvakkat lezzetten ziyade, muvakkat eleme tebes-
süm etmeli, “Hoş geldin” demeli. geçmiş lezaiz,
“Ah, vah!” dedirtir. Ah, müstetir bir elemin tercüma-
nıdır. geçmiş âlâm, “oh!” dedirtir. o oh, muzmer
bir lezzet ve nimetin muhbiridir.
(İşarat)
92.
nisyan dahi bir nimettir. Yalnız her günün âlâmını
çektirir, müterakimi unutturur.
(İşarat)
93.
derece-i hararet gibi, her musibette bir derece-i
nimet vardır. daha büyüğünü düşünüp, küçükteki
derece-i nimeti görüp, Allah’a şükretmeli. Yoksa,
isti’zam ile üflense şişer, merak edilse ikileşir; kalbde-
ki misali, hayali, hakikate inkılâp eder, o da kalbi
döver.
(İşarat)
94.
Her adam için, hey’et-i içtimaiyede, görmek ve gö-
rünmek için mertebe denilen bir penceresi vardır. o
pencere kamet-i kıymetinden yüksek ise, tekebbür
ile tetavül edecek. eğer kamet-i kıymetinden aşağı
ise, tevazu ile takavvüs edecek ve eğilecek; tâ o sevi-
yede görsün ve görünsün.
(Münazarat)
İnsanda büyüklüğün mikyası küçüklüktür, yani teva-
zudur; küçüklüğün mizanı büyüklüktür, yani tekeb-
bürdür.
(Sünuhat)
95.
zayıfın kaviye karşı izzet-i nefsi, kavide tekebbür
olur. kavinin zaife karşı tevazuu, zayıfta tezellül olur.
Bir ulülemrin makamındaki ciddiyeti vakardır, mahvi-
yeti zillettir; hanesindeki ciddiyeti kibirdir, mahviyeti
hamd etmek.
takavvüs:
yay gibi eğri olma, yay
biçimine girme.
tebessüm:
gülümseme.
tekebbür:
kibirlenme, kendini bü-
yük sayma.
telezzüz:
tad alma, hoşlanma.
tercüman:
tercüme eden, çeviren.
tereffüh:
aşırı rahatlık, bolluk ve
rahatlık içinde yaşama.
tetavül:
uzun olma, uzama, uzan-
ma.
tevazu:
alçak gönüllülük.
tezellül:
aşağılanma, alçalma, kü-
çülme.
ulülemir:
idareci, başkan, emir ve-
ren.
vakar:
ciddîlik, onurlu olma.
zaif:
zayıf, güçsüz.
zillet:
alçaklık, aşağılık.
ziyade:
fazla, çok.
âlâm:
elemler, acılar.
derece-i hararet:
sıcaklık de-
recesi, ısı derecesi.
derece-i nimet:
nimet dere-
cesi.
ekser:
en çok.
elem:
dert, üzüntü, acı.
hakikat:
gerçek, bir şeyin aslı
esası.
hane:
ev, mesken.
hey’et-i içtimaiye:
toplantı
heyeti, sosyal şekillenmeler,
sosyal bünye.
ihtiyâr:
seçme, tercih, irade.
inkılâp:
değişim, dönüşüm.
isti’zam:
büyük tutma, büyük
tanıma.
izzet-i nefis:
insanın ciddiyet
ve şerefini korumaya özen
göstermesi.
kamet-i kıymet:
kıymet ve
değerinin mertebesi.
kavi:
kuvvetli.
kibir:
büyüklük taslama.
lezaiz:
zevkler, lezzetler.
mahviyet:
tevazu, alçak gö-
nüllülük.
makam:
mevki, yer.
mertebe:
derece, basamak.
mikyas:
ölçek, ölçü, derece.
mizan:
terazî, ölçü aleti.
muhbir:
haber veren, haberci.
musibet:
belâ, dert, sıkıntı.
muvakkat:
geçici.
muzmer:
gizlenmiş, saklan-
mış, dışa vurulmamış şey.
müstetir:
gizli, saklı, örtülü.
müterakim:
birikmiş, toplan-
mış, yığılmış.
nimet:
iyilik, lütuf, ihsan, ba-
ğış.
nisyan:
unutma, unutuş.
şükretmek:
teşekkür etmek,
nimet ve iyiliğin sahibini tanı-
mak, Allah’ın verdiği nimetlere
Eski said dönEmi EsErlEri
| 617 |
H
akikaT
ç
ekirdekleri
-ı