Eski Saîd Dönemi Eserleri - page 646

kulağı ger yapıştırsan şu Furkan’ın sinesine, derinden tâ
derine, sarihan işitirsin, semavî bir seda der ki:
(1)
nn
ƒ o
g s
’p
G n
¬'
d p
G B
n
.
o sestir gayeten ulvî, nihayet derece ciddî, hakikî pek sa-
mimî; hem nihayet munis ve mukni ve bürhanla mü-
cehhezdir. Mükerrer der ki:
nn
ƒ o
g s
’p
G n
¬'
d p
G B
n
.
Şu bürhan-ı münevverde, cihat-ı sittesi şeffaf ki, üstünde
münakkaştır müzehher sikke-i i’caz içinde parlayan
nur-i hidayet der ki:
nn
ƒ o
g s
’p
G n
¬'
d p
G B
n
.
evet, altında nescolmuş mühefhef mantık ve bürhan, sa-
ğında aklı istintak, mürefref her taraf, ezhan “sadak-
te” der; ki,
nn
ƒ o
g s
’p
G n
¬'
d p
G B
n
.
Yemîn olan şimalinde, eder vicdanı istişhat. emâmında
hüsn-i hayırdır, hedefinde saadettir. onun miftahıdır
her dem ki,
nn
ƒ o
g s
’p
G n
¬'
d p
G B
n
.
emâm olan verâsında ona mesnet semavîdir ki, vahy-i
mahz-ı rabbanî. Bu şeş cihet ziyadardır; bürucunda te-
cellidar ki,
nn
ƒ o
g s
’p
G n
¬'
d p
G B
n
.
evet, vesvese-i sârık, bâvehim şüphe-i târık, ne haddi var
ki o mârık girebilsin bu bârık kasra. Hem şârık ki, sur
sureler şâhik, her kelime bir melek-i natık ki,
nn
ƒ o
g s
’p
G n
¬'
d p
G B
n
.
bârık:
parlak, aydınlık.
bâvehim:
hezeyan, kuruntu dolu.
bürhan:
delil.
bürhan-ı münevver:
nurlu delil.
büruc:
burçlar.
ciddî:
önemli, samimî.
cihat-ı sitte:
altı yön.
dem:
an, vakit.
derece:
mertebe.
emâm:
önünde; bir şeyin ön tarafı.
ezhan:
zihinler.
Furkan:
hakkı batıldan ayıran
Kur’ân.
gayeten:
son derece.
ger:
eğer.
had:
yetki, değer.
hakikî:
gerçek.
hüsnühayır:
güzellik ve iyilik.
istintak:
konuşturma.
istişhat:
şahit tutma.
kasır:
saray.
mantık:
düşünce ve muhakeme
doğruluğu; doğru fikir ve akla uy-
gun söz söyleme.
mârık:
dinsiz.
melek-i natık:
konuşan melek.
mesnet:
dayanak.
miftah:
anahtar.
mukni:
akla uygun, ikna edici.
munis:
cana yakın.
mücehhez:
her ihtiyacı görecek
şekilde tamamlanmış.
mühefhef:
zarif, ince ve nazik.
mükerrer:
tekrar tekrar ifade edil-
miş.
münakkaş:
nakışlarla süslü.
mürefref:
ince ve zarif.
müzehher:
çiçeklerle donanmış.
nesç:
dokuma.
nihayet:
sonuç.
nur-i hidayet:
doğru yolda götü-
ren hidayet nuru.
saadet:
mutluluk.
sadakte:
doğru söyledin, seni tas-
dik ederim.
samimî:
yakın, sıcak.
sarihan:
açıkça.
seda:
yüksek ses.
semavî:
semadan, İlâhî kay-
naktan gelen; İlâhî.
sikke-i i’caz:
mu’cize, taklit
edilmezlik mührü.
sine:
göğüs.
sur:
kale duvarı.
sure:
Kur’ân’ın bölümleri.
şâhik:
yüksek ve yüce.
şârık:
doğan, nur saçan.
şeffaf:
parlak, içini gösteren.
şeş cihet:
altı yön.
şimal:
kuzey.
şüphe-i târık:
yolcu, seyyah
şüphe.
tecellidar:
tecelli eden, İlâhî
kudret eseri olan.
ulvî:
yüce.
vahy-i mahz-ı rabbanî:
yal-
nızca varlıkları yaratan, besle-
yen ve terbiye eden Allah’ın
sözü.
verâ:
mahlûkatın ötesi, dün-
yadan sonraki hedef.
vesvese-i sârık:
hırsız vesve-
se, şüphe.
vicdan:
iyiyi kötüden, hayrı
şerden ayırt etmeye yardımcı
olan ahlâkî duygu.
yemîn:
sağ, sağ cihet.
ziyadar:
ışıklı.
ç
ekirdekler
ç
içekleri
| 646 |
Eski said dönEmi EsErlEri
1.
Ondan başka ilâh yoktur. (Âl-i İmran Suresi: 18; Tevbe Suresi: 129; Hûd Suresi: 14.)
1...,636,637,638,639,640,641,642,643,644,645 647,648,649,650,651,652,653,654,655,656,...790
Powered by FlippingBook