riyaseti tetkik etmiş, çok beğenmiş; hem İstanbul’daki
fetva dairesindeki tetkik-i Mesahif uleması gayet güzel
görmüş. gayet güzelce tetkik edip musahhah olarak bi-
ze iade etmiş. İnşaallah yakında bu kur’ân’ımız basılarak
bir hediye-i nuriye olarak âlem-i İslâm’a neşredilecektir.
o kendini bildirmeyen zatın şüphe ettiği,
İkincimesele:
pek çok nurcuların haddimden yüz de-
rece ziyade hüsnüzanlarıyla benden zannettiği medar-ı
iftihar sıfatları, yüz defa onların hatırlarını kırıp reddetmi-
şim. Fakat yirmi sekiz sene siyasetçiler risale-i nur’un
sırf imanî ve uhrevî mesleğini şimdiki medenîleşmek fi-
kirlerine müsait görmediklerinden, yirmi sekiz senedir
hapislerle, mahkemelerle, tarassutlarla, asılsız isnatlarla
nurcuları ürkütmekle ve beni çürütmek cihetiyle risale-i
nur’u neşrettirmemek için emsalsiz bir vaziyete düşmüş-
tüm. Yarım ümmî ve ittiham altında ve nur şakirtlerini
bütün bütün kaçırmamak için, bana karşı medhi, şahsım-
dan reddedip medhiniz nurlara ait olabilir. Ve gördüğü-
nüz meziyetler benim değil, risale-i nur’undur. o da
kur’ân-ı Hakîm’in bir hakikatinin bir tefsiridir. Ve her
asırda dine ve imana tam hizmet eden müceddidler gel-
dikleri gibi, bu acip ve komitecilik ve şahs-ı manevî-i da-
lâletin tecavüzü zamanında bir şahs-ı manevî müceddid
olmak lâzım gelir. eski zamana benzemez. Şahıs ne ka-
dar da harika olsa, şahs-ı manevîye karşı mağlûp olmak
kabildir. risale-i nur’un o cihette bir nevi müceddid ol-
ması kaviyyen muhtemel olduğundan, o sıfatlar –hâşâ–
benim haddim değil; belki mükerrer yazdığım gibi,
Emirdağ Lâhikası – ıı | 729 |
olabilir.
musahhah:
tashih edilmiş, düzel-
tilmiş, yanlışsız.
müceddit:
hadis-i şerifle, her asır
başında geleceği müjdelenen di-
nin yüksek hizmetkârı; dine yeni
bir tarzla yaklaşan, asrın şartlarına
göre ve ortaya atılan yeni şüphe
ve taarruzlara karşı dini yorumla-
yıp kuvvetlendiren büyük âlim.
mükerrer:
tekrarlanmış, tekrar
olunmuş.
müsait:
uygun, münasip.
neşir:
yayım, yayın.
nevi:
çeşit.
Nur:
Risale-i Nur.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine ta-
raftar olan, Risale-i Nur’ları okuyup
neşreden kimse.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
riyaset:
reislik, başkanlık.
sıfat:
vasıf, nitelik.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs, belli
bir kişi olmayıp bir cemaatten
meydana gelen manevî şahıs.
şahs-ı manevî-i dalâlet:
küfür ve
dalâleti manen temsil eden ma-
nevî şahıs.
şakirt:
talebe, öğrenci.
tarassut:
gözetme, göz altında
tutma.
tecavüz:
saldırma, sınırını aşma.
tefsir:
Yorum, şerh.
tetkik:
dikkatle araştırma, ince-
leme.
uhrevî:
ahirete dair, ahirete ait.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim sa-
hipleri.
ümmî:
okuma yazması olmayan,
okumamış.
vaziyet:
durum.
zat:
kişi, şahıs.
ziyade:
çok, fazla.
acip:
tuhaf, hayrette bırakan.
âlem-i islâm:
İslâm âlemi, İs-
lâm dünyası.
cihet:
yön.
defa:
kere, kez, yol.
emsalsiz:
benzersiz.
fetva:
İslam’da bir mesele
hakkında dinî meselelere tam
vâkıf yetkili kimseler tarafın-
dan verilen şer’i hüküm.
gayet:
son derece.
hakikat:
gerçek.
harika:
olağanüstü.
hâşâ:
asla, katiyen, hiç bir va-
kit.
hizmet:
görev, vazife.
hüsnüzan:
iyi zan, güzel ka-
naat.
iade:
geri verme.
iman:
inanç, itikat.
imanî:
imana dair olan, imanla
ilgili.
inşaallah:
Allah izin verirse.
isnat:
dayandırma, mal etme,
bir şeyi bir kimseye ait gös-
terme.
itham:
töhmetlendirme, suçlu
görme.
kabil:
mümkün, ihtimal daire-
sinde.
kaviyyen:
kesin olarak, kesin-
likle, kuvvetle, katî olarak,
şüphesiz.
komite:
kötü bir maksat için
toplanmış topluluk, cemiyet.
kur’ân-ı hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
medar-ı iftihar:
iftihar sebebi,
övünme sebebi.
medenî:
uygar, modern.
mesele:
konu.
medih:
övme.
meziyet:
kıymetli özellik.
muhtemel:
ihtimal dahilinde,