hatta peygamberlerle güya bir nevi konuşmak gibi, eski
zamanda “kâhinlik” denilen, şimdi de “medyumluk” na-
mı verilen bu mesele ile bazı kardeşlerimizi meşgul edi-
yorlar.
Hâlbuki, bu mesele felsefeden ve ecnebiden geldiği
için, ehl-i imana çok zararları olabilir. Ve çok suistimalâ-
ta menşe olmakla beraber, içinde bir doğru olsa on ya-
lan karışıyor. Çünkü, doğruyu ve yalanı tefrik edecek bir
mihenk, bir mikyas olmadığından, ervah-ı habise ve şey-
tana yardım eden cinnîlerin bu vesileyle, hem onunla
meşgul olanın kalbine ve hem de İslâmiyete zarar ver-
mek ihtimali var. Çünkü, maneviyat namına hakaik-ı İs-
lâmiyeye ve akide-i umumiyeye muhalif ihbarat oluyor.
ervah-ı habise iken, kendilerini ervah-ı tayyibe zannetti-
rip, belki kendilerine bazı büyük veliler namını verip, İs-
lâmiyetin esasatına muhalif sözlerle zarar vermeye çalışa-
bilirler. Hakikati tağyir edip, safdilleri tam aldatabilirler.
Meselâ, nasıl ki güneş, bir küçük cam parçasında ziya-
sıyla, hararetiyle, şekliyle görünüyor. Fakat o küçücük
camın içindeki güneşin o küçücük timsali, kendi namına
eğer konuşsa ve dese, “Benim ziyam dünyayı istilâ edi-
yor. Benim hararetim her şeyi ısıtıyor. Ve küre-i arzdan
bir milyon defadan daha büyüğüm” dese, ne derece hi-
lâf-ı hakikat olduğu anlaşılır.
Aynen bu misal gibi, bir peygamber, güneş gibi hakikî
makamında iken, o ispirtizmanın veyahut medyumluğun
cam parçası hükmündeki istidadına göre bir cilvesinin
Emirdağ Lâhikası – ıı | 735 |
medyum:
ruhlar arasında aracılık
ettiğine ve geleceği bildiğine ina-
nılan kimse.
mehenk:
ölçü, ayar.
menşe:
esas, kaynak.
meselâ:
örneğin.
mesele:
konu.
meşgul:
uğraşma, ilgilenme.
mikyas:
ölçü aleti, ölçek.
misal:
örnek.
muhalif:
zıt, aykırı.
nam:
ad.
nam:
adına, yerine.
nevi:
çeşit.
peygamber:
Allah tarafından ha-
ber getirerek İlahî emir ve yasak-
ları insanlara tebliğ eden elçi, nebi.
safdil:
saf gönüllü, temiz kalpli.
suistimalât:
kötü kullanmalar.
tağyir:
başkalaştırma, değiştirme.
tefrik:
birbirinden ayırma, ayrı
tutma.
timsal:
resim, suret, şekil.
velî:
Allah’ın sevgisine, himayesine
kavuşmuş, ermiş kimseler, Allah
dostu, evliya.
vesile:
bahane, sebep.
zan:
sanma, kesin olarak bilmek-
sizin kuvvetli ihtimalle hükmetme.
ziya:
ışık, aydınlık, nur.
cinnî:
cin taifesinden olan.
defa:
kere, kez, yol.
ecnebi:
yabancı, başka millet-
ten olan.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
ervah-ı habise:
habis, kötü
ruhlar; Allah’a isyan eden,
itaati sevmeyen anarşist ruh-
lar.
ervah-ı tayyibe:
iyi ruhlar.
esasat:
esaslar, kökler, temel-
ler.
evliya:
veliler, Allah dostları.
felsefe:
madde ve hayatı baş-
langıç ve gaye bakımından in-
celeyen ilim.
güya:
sanki.
hakaik-ı islâmiye:
İslâmiyet’in
gerçekleri, İslâm’a ait hakikat-
ler.
hakikat:
gerçek.
hakikî:
gerçek.
hararet:
sıcaklık.
hilâf-ı hakikat:
gerçeğe ve ha-
kikate zıt, aykırı.
hüküm:
yerine geçme, sa-
yılma.
ihbarat:
ihbarlar, bildirmeler,
haber vermeler.
ihtimal:
olabilirlik, olasılık.
ispirtizma:
ölülerin ruhlarıyla
bazı şartlar altında haberleş-
menin mümkün bulunduğuna
inanan görüş ve bu maksatla
yapılan faaliyet.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istilâ:
kaplama, yayılma.
kâhin:
gaipten haber vermek
iddiasında bulunan kimse,
falcı.
küre-i arz:
yer küre, dünya.
makam:
yer, mevki.
maneviyat:
moral kuvveti,
yürek gücü.