tezahürü, o hakikat namına konuşamaz. eğer konuşsa,
yüz derece muhalif olur. İspirtizmanın veya medyumlu-
ğun o mazhardaki cüz’î cilvesi, vahyin mazharı olan o
manevî güneşin kudsî mahiyetine hiçbir cihetle kıyas ola-
maz. Çünkü, esfel-i safilîndeki bir cam parçası, manen
âlâyıilliyyinde olan o manevî güneşin hakikatini yanına
getiremez. getirmeye çalışmak da hürmetsizlikten başka
bir şey değildir. Ancak onun makamına karip olmak
için, Celâleddin-i süyutî ve bir kısım evliyalar gibi seyrü-
sülûk ile terakki ederek o manevî güneşin sohbetine
mazhar olunur. Fakat böyle terakki, risale-i nur’un ispat
ettiği gibi, peygamberin velâyetiyle bir nevi sohbeti, ken-
di derecelerine göre ve kendi istidatları derecesinde olur.
Fakat nübüvvet hakikati velâyetten ne derece yüksek ise,
ispirtizma vasıtasıyla veyahut terakkiyat-ı ruhiye cihetiy-
le mazhar olunan sohbet ve muhabere dahi hiçbir cihet-
te hakikî peygamberle muhabereye yetişemeyeceğin-
den, yeni ahkâm-ı şer’iyeye medar-ı ahkâm olamaz.
evet, dinden gelmeyen, belki felsefenin hassasiye-
tinden gelen celb-i ervah da, hem hilâf-ı hakikat, hem hi-
lâf-ı edep bir harekettir. Çünkü âlâyıilliyyinde ve kudsî
makamlarda olanları esfel-i safilîn hükmündeki masasına
ve yalanların yeri olan oyuncak tahtasına getirmek tam
bir ihanettir ve bir hürmetsizliktir. Âdeta bir padişahı
kulübeciğine çağırıp getirmek gibidir. Belki ayn-ı hakikat
ve edep ve hürmet ve istifade odur ki, Celâleddin-i sü-
yutî, Celâleddin-i rumî ve İmam-ı rabbanî gibi zatların
âdeta:
sanki.
ahkâm-ı şer’iye:
şer’î hükümler,
şeriatın esas ve kanunları.
âlâyıilliyyin:
cennetin en yüksek
derecesi.
ayn-ı hakikat:
hakikatin aslı, ger-
çeğin tâ kendisi.
celb-i ervah:
ruhların celbi, ruhları
çekmek, ruh çağırmak.
cihet:
yön, sebep, vesile.
cilve:
tecelli, görüntü.
cüz’î:
küçük, az.
edep:
terbiye, güzel ahlak.
esfel-i safilîn:
aşağıların en aşağısı,
Cehennemin en aşağı tabakası.
evliya:
veliler, Allah dostları.
felsefe:
madde ve hayatı başlan-
gıç ve gaye bakımından inceleyen
ilim.
hakikat:
gerçek, doğru.
hakikî:
gerçek.
hassasiyet:
hassaslık, duygulu
olma, duygusallık.
hilâf-ı edep:
edep dışı.
hilâf-ı hakikat:
gerçeğe ve haki-
kate zıt, aykırı.
hüküm:
yerine geçme, sayılma.
hürmet:
şeref; saygı.
ihanet:
hıyanet, arkadan vurma.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
ispirtizma:
ölülerin ruhlarıyla bazı
şartlar altında haberleşmenin
mümkün bulunduğuna inanan gö-
rüş ve bu maksatla yapılan faali-
yet.
istidat:
kabiliyet, yetenek.
istifade:
faydalanma, yararlanma.
| 736 | Emirdağ Lâhikası – ıı
karip:
yakın.
kıyas:
karşılaştırma, oranlama.
kudsî:
mukaddes, yüce.
mahiyet:
durum, vaziyet.
makam:
yer, mevki.
manen:
mana bakımından,
manaca.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mazhar:
İlahî tecellilerin gö-
ründüğü yer.
medar-ı ahkâm:
hüküm geti-
ren, hüküm koymaya sebep
olan.
medyum:
ruhlar arasında ara-
cılık ettiğine ve geleceği bildi-
ğine inanılan kimse.
muhabere:
haberleşme.
muhalif:
zıt, aykırı.
nam:
adına, yerine.
nevi:
çeşit.
nübüvvet:
nebîlik, peygam-
berlik, Allah elçiliği.
peygamber:
Allah tarafından
haber getirerek İlahî emir ve
yasakları insanlara tebliğ eden
elçi, nebi.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
seyrüsülûk:
bir terbiye yoluna
girip devam etme.
terakki:
yükselme, ilerleme.
terakkiyat-ı ruhiye:
ruhla ilgili
ilerlemeler, ruhen yükselme-
ler.
tezahür:
görünme, belirme,
ortaya çıkma.
vahiy:
Cenab-ı Hakkın dilediği
hükümleri, sırları ve hakikat-
leri peygamberlere bildirmesi.
vasıta:
vesile, neden, aracı.
velâyet:
velîlik, ermişlik, Allah
dostluğu.