görünen o sinek kanadı kadar kusurları görmek, o hü-
cum edenlere bir yardım hükmüne geçmektir. Ve on
adet muhtaçlardan beş altı bîçareyi nurun ilâçlarından
mahrum etmektir. Bu nokta için ben kendi kuvvetime,
meziyetime hiç itimat etmeyerek, yalnız hakikat-i
kur’âniye ve onun tefsiri olan hakaik-ı imaniyedeki kuv-
vete istinaden dünyaya ilân ediyorum ki, bütün dinsizler
toplansalar, ben onlara karşı çekinmeyerek meydan
okuyorum. Ve başımı eğmiyorum. Ve izzet-i ilmiyeyi kır-
mıyorum. eğer bu bir benlik ise, o hiçbir cihetle bana ait
değil ve benlik olamaz, salâbet-i imaniye olur.
zaten ben nasıl tabiatı, icad itibarıyla inkâr ediyorum.
Ve risale-i nur bunu kat’î ispat etmiş. öyle de, beşeri
gurura, enaniyete, firavunluğa sevk eden iktidarı da, ta-
biat gibi inkâr ediyorum. Yalnız beşerin duası, bir fiilî dua
nev’inde samimî bir ihtiyaç ile cüz’î kesbi bir makbul dua
hükmüne geçer. onu da Cenab-ı Hak kabul eder, keşfi-
yat namındaki beşere lâzım olan harikaları ihsan eder di-
ye kat’î delillerle ilm-i usulü’d-dinin uleması, kader ve
cüz-i ihtiyârî bahsinde ispat ettikleri gibi; ben de aynel-
yakin derecesinde kat’î kanaatle, feyz-i kur’ânî ile, risa-
le-i nur’un hüccetleriyle evvelâ kendi nefsimde, sonra
herkesteki benlik ve iktidarın icad ve ihsan ve tevfik-i İlâ-
hînin yalnız bir perdesi olduklarını kat’î bildiğim için,
nurlara ve kardefllerime ilân etmiflim ki, ben bir çekir-
dektim. Çürüdüm. Acz ve ihtiyaç ve samimî istemek ve
fiilî dua etmek neticesinde, Cenab-ı erhamürrahimîn, ri-
sale-i nur’u o çekirdekten halk edip ihsan etmifl. nurun
Emirdağ Lâhikası – ıı | 733 |
rilme, yoktan var etme, ibda.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
iktidar:
güç, idareyi elinde bulun-
durma.
ilân:
yayma, duyurma, bildirme.
ilm-i usulüddin:
kelâm ilmi, Ce-
nab-ı Hakkın zat ve sıfatlarından,
nübüvvet, haşir, kader gibi imana
ait meselelerden İslâmî esaslar
dairesinde delil ve bürhana dayalı
olarak bahseden ilim.
inkâr:
reddetme, inanmama, ka-
bul ve tasdik etmeme.
ispat:
kanıtlama, doğrulama.
istinaden:
istinat ederek, dayana-
rak.
itimat:
dayanma, güvenme.
izzet-i ilmiye:
ilmin izzeti, ilmin
gerektirdiği ağırbaşlılık.
kader:
İlahî hüküm; Cenab-ı
Hakk’ın takdir ve tayin etmesi.
kanaat:
inanç.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kesb:
çalışarak elde etme, çalışa-
rak kazanma.
keşfiyat:
keşifler, Allah’ın ilham
etmesiyle gösterilen gaypla ilgili
sırlar.
mahrum:
yoksun.
makbul:
kabul edilmiş, geçerli.
meziyet:
kıymetli özellik.
muhtaç:
gerek duyan.
nam:
ad.
nefis:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıkoyan
güç.
nev:
tür, çeşit.
nokta:
konu ile ilgili bölüm.
Nur:
Risale-i Nur eserleri.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
salâbet-i imaniye:
imanın kazan-
dırdığı ve gerektirdiği sağlamlık,
cesaret, şecaat.
samimî:
içten, candan, gönülden.
sevk:
yöneltme, gönderme.
tabiat:
yaratılmış şeylerde mevcut
olan kuvvet.
tefsir:
Yorum, şerh.
tevfik-ı ilâhî:
Cenab-ı Hakkın in-
sanı doğru yola lütfu ile sevk et-
mesi, başarılı kılması.
ulema:
âlimler, bilginler, ilim sa-
hipleri.
acz:
zayıflık, güçsüzlük.
aynelyakin:
gözle görür dere-
cede inanma; bir şeyi görerek
ve seyrederek bilme.
beşer:
insan, insanlık.
bîçare:
çaresiz, zavallı.
Cenab-ı Erhamürrâhimîn:
ina-
yet ve rahmet, yardım ve lütuf
sahiplerinin en merhametlisi
olan, şeref ve azamet sahibi
olan yüce Allah (c.c.).
Cenab-ı hak:
Allah; doğru, ger-
çek, Hakkın tâ kendisi olan,
şeref ve azamet sahibi yüce
Allah.
cihet:
yön, sebep, vesile.
cüz-i ihtiyârî:
Cenab-ı Hak ta-
rafından insana verilen arzu
serbestliği; dilediği gibi hare-
ket edebilme kuvveti; cüz’î
irade.
cüz’î:
küçük, az.
delil:
kanıt, tanık, burhan.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
enaniyet:
kendini beğenme,
bencillik, egoistlik.
evvelâ:
öncelikle.
feyz-i kur’ân:
Kur’ân’ın feyzi,
Kur’ân’ın verdiği ilham, bere-
ket ve ilim bolluğu.
fiilî:
fiille ilgili, gerçekten yapı-
lan iş.
firavun:
zalim, merhametsiz,
imansız.
hakaik-ı imaniye:
imana ait
hakikatler, imanî gerçekler.
hakikat-ı kur’âniye:
Kur’ân’ın
hakikati, Kur’ân’ın ifade ettiği
gerçek.
halk:
yaratma, yoktan var
etme.
harika:
olağanüstü.
hüccet:
delil.
hükmüne:
yerine, değerine.
icat:
vücuda getirme, geti-