muvafık, kur’ân’da bir kur’ân’ını, bir hizb-i mahsusunu,
bir üstadını bulur. güya tek bir kur’ân’da binler kur’ân
var. Bu mu’cizenin sırrı şudur ki:
kur’ân-ı Hakîm’in ayetlerinin ve kelâmlarının müna-
sebetleri yalnız beraber olanlara değil, belki pek çok
ayetlere ve kelâmlara ve kelimelere münasebeti var, ba-
kıyor.
İşaratü’l-İ’caz
tefsir-i nuriyede bu sır bir derece
gösterilmiş. demek başka kelâmlara benzemez. Herbir
ayet, binler ayetlere bakar birer yüzü ve gözü var.
Bu vaziyet-i kur’âniye çok hakaike medardırlar. ehl-i
tarikat ve ehl-i hakikatin her bir kısmı kendi mesleğine
göre o küllî kur’ân içinde bir mahsus hizipleri var.
İşte risale-i nur’un Hizb-i kur’ânîsi de o neviden biri-
sidir. Bunu böyle neşretmek için evliyadan olan merhum
Hafız Ali bunun tab’ını acele etmek istedi. Çünkü, ta-
mam-ı kur’ân’ın risale-i nur’un keşfiyatıyla hattında bir
nevi mu’cize-i tevafukiye bulunmasından, onu tab edip
bastırmak için bu hizb-i kur’ânîyi bir mukaddemesi, bir
müjdecisi olarak bastırdılar.
evet, şimdiki Hüsrev’in kalemiyle yazılan ve pek hari-
ka olan ve tevafuk cihetinde mu’cizatlı olan kur’ân’ımı-
zın on beş seneden beri tab’ına çalışıyoruz. Ve fakat ek-
ser nurcular fakirü’l-hal olduğundan ve fotoğrafla tab’ı
lâzım geldiğinden ve yirmi beş bin banknot masraf lâzım
olmasından, Hizb-i kur’ân’ımız mukaddeme olarak, da-
ha evvel bu mu’cizeli kur’ân’ımızın bir müjdecisi olarak
tab edildi. İşte bu mu’cizeli kur’ân’ımızı, hem diyanet
ayet:
Kur’ân cümlesi.
banknot:
kağıt bir lira.
cihet:
yön.
diyanet:
din işleri ile ilgilenen ku-
ruluş, teşkilat.
ehl-i hakikat:
hakikati arzulayan-
lar, gerçeği bulup onun peşinden
gidenler; Allah adamı.
ehl-i tarikat:
tarikat ehli, kalbini
dünyanın fani işlerinden ayırıp, Al-
lah sevgisi ile bağlayan kimseler.
ekser:
pek çok.
evliya:
veliler, Allah dostları.
evvel:
önce.
fakirülhâl:
muhtaç ve fakirlik
içinde olma.
güya:
sanki.
| 728 | Emirdağ Lâhikası – ıı
hakaik:
hakikatler, doğrular,
gerçekler.
harika:
olağanüstü.
hizb:
bir bütünden ayrılan
parça, kısım.
hizb-i kur’ânî:
Kur’ân ayetle-
rinden bir kısmının bir araya
getirilmiş hâli.
kelâm:
söz, lafız.
keşfiyat:
keşifler, Allah’ın il-
ham etmesiyle gösterilen
gaypla ilgili sırlar.
kur’ân-ı hakîm:
her ayet ve
suresinde sayısız hikmet ve
faydalar bulunan Kur’ân.
küllî:
umumî, genel, bütün
olan.
masraf:
harcama.
medar:
dayanak noktası, se-
bep, vesile.
merhum:
rahmete kavuşmuş,
ölmüş, ölü.
meşrep:
yaratılış, tabiat, huy,
mizaç, ahlâk.
mu’cizat:
mu’cizeler, Allah ta-
rafından verilip, yalnız pey-
gamberlerin gösterebilecekleri
büyük harika işler.
mu’cize-i tevafukiye:
teva-
fuktaki mu’cize, birbirine uy-
gunluktaki mu’cizeler.
mukaddeme:
başlangıç.
muvafık:
yerinde, uygun,
uyar, münasip.
münasebet:
ilgi, ilişki, bağ.
neşir:
yayım, yayın.
nevi:
çeşit.
Nurcu:
Bediüzzaman Said Nur-
sî’nin eserlerine ve fikirlerine
taraftar olan, Risale-i Nur’ları
okuyup neşreden kimse.
sır:
gizli mana, çıkan anlam.
tab:
basma.
tevafuk:
uyma, uygunluk, bir-
birine denk gelme.