olduğum için bir kısmını has kardeşlerime beyan etmemi
bir nevi hodfüruşluk zannetmiş.
evet, bu zamanda dinsizlik hesabına, benlikleri fira-
vunlaşmış derecede ve imana ve risale-i nur’a hücumla-
rı zamanında onlara karşı tedafü vaziyetimizde tevazu ve
mahviyet göstermek büyük bir cinayet ve hıyanettir. Ve
o tevazu, tezellül hükmünde bir ahlâk-ı rezile olur. onla-
ra karşı izzet-i diniyeyi ve şerafet-i ilmiyeyi muhafaza et-
mek için kahramancasına bir sebat, bir kuvve-i manevi-
yeyi göstermek, acaba hiçbir vecihle hodfüruşluk olur
mu? Hiçbir şöhretperestlik ve enaniyet olur mu ki, o zat
öyle tevehhüm etmiş.
Hem risale-i nur’a muhtaç ve imanını kuvvetlendir-
mek ve kurtarmak için nurları arayanlara karşı –ki, on-
da üçü veya dördü şahsıma bakmayıp nurdaki kat’î hüc-
cetlerle iktifa ettiği gibi, beş altı tane hüccetlerin kıyme-
tini bilmediği için benim şahsıma bakar– “Acaba bizi
kandırdı mı, yoksa hakikat mı söylüyor?” diye şahsıma
karşı hüsnüzanlarını kırmamaya mecbur olduğumdan,
şahsımın gizli fenalıklarına perde çekmek bir enaniyet
olur mu?
(1)
»
u
Hn
Q n
ºp
Mn
QÉn
e s
’p
G p
Ay
ƒt
°ùdÉp
H l
In
QÉs
en
’n
n
¢ùr
Øs
ædG s
¿p
G »/
°ùr
Øn
f o
Çu
ôn
Ho
G BÉn
en
h
ayet-i kerimesinin sırrıyla nefs-i emmareme itimat ede-
mem. nefis kusursuz olmaz. Fakat şimdi bu zamanda ej-
derhalar, ifritler hükmünde dinsizlik komitelerinin hü-
cumları ve tahribatları zamanında, müdafaamda, bende
ahlâk-ı rezile:
rezil ahlâk, alçak
ve kötü ahlâk.
ayet-i kerîme:
Kur’ân’ın ayeti;
azamet ve şerefi olan ayet.
beyan:
anlatma, açıklama.
cinayet:
adam öldürme, cana
kıyma, katil.
ejderha:
yılan şeklinde tasvir edi-
len korkunç ve hayalî bir hayvan.
enaniyet:
kendini beğenme, ben-
cillik, egoistlik.
firavun:
zalim, merhametsiz,
imansız.
hakikat:
gerçek, doğru.
hıyanet:
hainlik, kendine olan gü-
veni kötüye kullanma.
hodfüruş:
kendini beğendirmeye
çalışan, övünen.
hüccet:
delil.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
hüsnüzan:
iyi zan, güzel kanaat.
ifrit:
korkunç ve zararlı cin.
iktifa:
yeterli bulma, kâfi görme.
iman:
inanç, itikat.
itimat:
dayanma, güvenme.
izzet-i diniye:
dinin gerektirdiği
haysiyet, yücelik.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
kıymet:
değer.
komite:
kötü bir maksat için top-
lanmış topluluk, cemiyet.
kuvve-i manevîye:
manevî güç,
moral.
mahviyet:
alçak gönüllülük,
kendini değersiz gösterme.
muhafaza:
koruma.
muhtaç:
gerek duyan.
müdafaa:
savunma, koruma.
nefs-i emmare:
insana kötü
ve günah işlerin yapılmasını
emreden nefis.
nevi:
çeşit.
Nur:
Risale-i Nur eserleri.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Be-
diüzzaman Said Nursî’nin eser-
lerinin adı.
sebat:
sabit durma, kararlılık.
sır:
gizli mana, çıkan anlam.
şerafet-i ilmiye:
ilmin kazan-
dırdığı şerefler.
şöhretperest:
şöhret düş-
künü.
tahribat:
tahripler, yıkıp boz-
malar.
tedafüî:
kendini koruma, mü-
dafaa, savunma.
tevazu:
alçak gönüllülük, bir
kimsenin başkalarını kendin-
den küçük görmemesi.
tevehhüm:
vehmine kapıl-
mak, öyle zannetmek.
tezellül:
alçalma, küçülme.
vaziyet:
durum.
vecih:
cihet, yön.
zat:
kişi, şahıs.
1.
Ben nefsimi temize de çıkarmam. Çünkü nefis dâimâ kötülüğe sevk eder- ancak Rabim
rahmet ederse o başka… (Yûsuf Suresi: 53.)
| 732 | Emirdağ Lâhikası – ıı