Hem, üç mahkeme ve yirmi senede kaç vilâyetin za-
bıtaları, kıyafetime kanunca ilişmedikleri ve mazuriyetim
ve inzivama binaen tebdil-i kıyafetime hiçbir ihtar olma-
dığı hâlde, böyle keyfî, kanunsuz, cebren ahali içinde ba-
şıma şapkayı giydirmeye çalışmak, kırk seneden beri bu
vatanda, hususan iman-ı tahkikî dersinde kardeşâne alâ-
kadar olan yüz binler adam, pek büyük bir heyecan için-
de zemini hiddete getirip, emsalsiz ağlamaya vesile ola-
caktı.
zaten ecnebi parmağıyla, güya hakkımda teveccüh-i
ammeyi kırmak fikriyle, damarlarıma dokunacak kanun-
suz muamelelerin mezkûr maksat için yapıldığına çok
emarelerle kat’î kanaatimiz geldi. Fakat, Cenab-ı Hakka
hadsiz şükür olsun ki, benim gibi kabir kapısında, alâka-
sız, dünyadan usanmış, hürmetten, teveccüh-i ammeden
kaçmış ve şan ü şeref ve hodfüruşluk gibi riyakârlıklara
hiçbir meyli kalmamış bir vaziyette iken, bunların bana
karşı kanunsuz ihanetlerinin hiçbir ehemmiyeti kalmadı.
Cenab-ı Hakka havale ediyorum. Bana lüzumsuz evham
yüzünden eziyet edenlerin yakında ölümle idam-ı ebedi-
yeye giriftar olacaklarını düşünüp, hakikaten acıyorum.
Ya rabbî, onların imanını risale-i nur’la kurtar, idam-ı
ebedîden sırr-ı kur’ân’la terhis tezkeresine çevir! Ben de
onlara hakkımı helâl ediyorum.
SaidNursî
ì®í
Emirdağ Lâhikası – ı | 71 |
inceleyip delil ve bürhan ile
inanma.
inziva:
bir köşeye çekilme, tek ba-
şına yaşama, dünya işlerinden vaz
geçme, dünyadan el-etek çekme.
kanaat:
inanma.
kardeşâne:
kardeşçe, kardeş gibi.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
keyfî:
kanuna uymayarak, keyfe,
arzuya bağlı.
kıyafet:
bir kimsenin giyindikleri-
nin bütünü.
maksat:
kast, amaç, düşünce.
mazuriyet:
mazurluk, özürlülük.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen, anı-
lan.
muamele:
işlem.
risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
riyakâr:
riya eden, iki yüzlü, sah-
tekâr.
şan:
şöhret, ün.
şeref:
onur, haysiyet.
sırr-ı kur’ân:
Kur’ân’ın sırrı.
şükür:
teşekkür.
tebdil-i kıyafet:
kıyafet değiş-
tirme, kıyafet değişikliği.
terhis:
izin verme, serbest bı-
rakma, salıverme.
teveccüh-i amme:
genel tevec-
cüh, umumun, herkesin, halkın
yönelişi.
tezkere:
askerlik görevinin bitti-
ğini belgeleyen terhis kâğıdı.
vaziyet:
durum.
vesile:
bahane, sebep.
vilayet:
il.
zabıta:
şehir güvenliğini sağla-
makla vazifeli bulunan idare, po-
lis.
zemin:
yeryüzü.
ahali:
halk.
alâkadar:
ilgili, ilişkili, müna-
sebetli, bağlı.
binaen:
-den dolayı, bu se-
bepten.
cebren:
cebirle, zorla, kuvvet
kullanarak, mecburî.
Cenab-ı hak:
Allah; doğru, ger-
çek, Hakkın tâ kendisi olan,
şeref ve azamet sahibi yüce
Allah.
ecnebi:
yabancı.
ehemmiyet:
önem, değer,
kıymet.
emare:
alâmet, belirti, nişan.
emsalsiz:
benzersiz.
evham:
vehimler, zanlar, ku-
runtular.
eziyet:
incitme, büyük sıkıntı
verme.
giriftar:
tutkun, düşkün, müp-
telâ.
güya:
sanki.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hakikaten:
doğrusu, gerçek-
ten.
havale:
ısmarlama, bırakma.
helâl:
bağışlama, alacağından
vaz geçme.
hiddet:
öfke, kızgınlık.
hodfüruş:
kendini beğendir-
meye çalışan, övünen.
hürmet:
saygı.
hususan:
bilhassa, özellikle.
idam-ı ebediye:
dirilmemek
üzere yok oluş, ahiret inancı
olmadığı için ölümü ebedî
yokluğa gitmek olarak görme.
ihanet:
hıyanet, arkadan
vurma.
ihtar:
dikkat çekme, hatır-
latma, uyarı.
iman:
inanç, itikat.
iman-ı tahkikî:
tahkikî iman,
imana dair bütün meseleleri