gelir. Tam o sıralarda ben tokat yedim. Şefkatli, fakat
öyle dehşetli bir tokat yedim ki, üç aydır daha aklım ba-
şıma gelmedi. Fakat, lillâhilhamd, Üstadımın kat’î ihba-
rıyla, ona ihtar edilmiş ki, o musibetin her dakikası bir
gün ibadet hükmünde olduğunu rahmet-i İlâhiyeden
ümitvar olabiliriz. Çünkü, o hata bir garaza binaen değil-
di. Sırf ahiretimi düşünmek noktasında o arzu geldi.
BEŞİNCİSİ
Hakkı Efendi’dir. Şimdi burada olmadığı için Hulû-
sî’ye vekâlet ettiğim gibi, ona da vekâleten derim ki:
Hakkı Efendi talebelik vazifesini hakkıyla ifa ederken,
ahlâksız bir kaymakam geldi. Hem Üstadına, hem de
kendine zarar gelmemek için, yazdıklarını sakladı. Mu-
vakkaten hizmet-i Nuriyeyi terk etti. Birden bir şefkat to-
katı manasında bin lirayı vermeye mükellef olacak bir
dava başına açıldı. Bir sene o tehdit altında kaldı. Tâ gel-
di, burada görüştük, avdetinde hizmet-i Kur’âniyeye ta-
lebelik vazifesine girdi. Şefkat tokatının hükmü kalktı,
tebrie etti.
Sonra Kur’ân’ı yeni bir tarzda
(HAŞİYE)
yazmak hususun-
da talebelere bir vazife açıldı. Hakkı Efendi’ye de hisse
verildi. Elhak, o hissesine sahip çıktı. Bir cüz’ü güzel yaz-
dı. Fakat derd-i maişet zaruretiyle kendini mecbur bilip,
gizli dava vekâletine teşebbüs etti. Birden bir şefkat toka-
dı daha yedi. Kalemi tutan parmağı muvakkaten kırıldı.
“Bu parmakla hem dava vekâleti yapmak, hem
BARLA LÂHİKASI | 611 |
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vekâlet:
yerine bakma, yerine
geçme.
zıya:
kaybolma.
Rahmet-i İlâhiye:
Allah’ın
rahmeti kullarına ikramı.
hizmet-i Nuriye:
Risale-i Nur
hizmeti.
derd-i maişet:
geçim derdi.
banknot:
kâğıt bir lira.
bedel:
yerine, adına, namına.
dair:
alakalı, ilgili.
gayet:
son derece.
hizmet-i Kur’âniye:
Kur’an
hizmeti.
huruf:
harfler.
hükmüne:
yerine, değerine.
hüküm:
karar, emir.
i’caz-ı Kur’ân:
Kur’ân’ın mu’ci-
zeliği.
ihtar:
dikkat çekme, hatırlat-
ma, uyarı.
inşaallah:
Allah izin verirse.
istinaden:
istinat ederek, da-
yanarak.
itimat:
dayanma, güvenme.
kese:
cep, kasa.
kudsî:
mukaddes, yüce.
lisan-ı mana:
mana dili, mana
lisanı.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
mülâhaza:
düşünme, tefek-
kür, düşünce.
nefs:
kötü vasıfları kendisinde
toplayan hayırlı işlerden alıko-
yan güç.
razı:
rıza gösteren, kabul
eden.
sadaka:
Allah rızası için ihtiyaç
sahibi fakirlere yapılan yar-
dım.
sadâkat:
bağlılık, doğruluk.
sâfî:
samimî, hâlis, saf.
Şefkat:
karşılıksız sevgi besle-
me, içten ve karşılıksız merha-
met.
tab:
kitap basma.
teşebbüs:
girişim, bir işi yap-
mak için harekete geçme.
HAŞİYE:
Tevafuk mu’cizesini gösterir bir surette demektir.