Sözler
’i ve
Mektubat
’ı yazdırdı. Onun maksadı, memle-
ketinde neşretmek ve hem hemşehrilerini tenvir etmek-
ti. Sonra bazı düşünceler neticesinde risaleleri tasavvur
ettiği gibi neşretmedi, sandığa bıraktı. Birden elîm bir
hâdise yüzünden bir sene gam ve gussa çekti. Risalele-
rin neşri ile ona adavet edecek resmî birkaç düşmanlara
bedel, zalim, insafsız çok düşmanları buldu, bir kısım
dostlarını kaybetti.
ON ÜÇÜNCÜSÜ
Hafız Halid’dir
(
RH
)
. Kendisi der:
Evet itiraf ediyorum, Üstadımın hizmet-i Kur’âniyede
neşrettiği âsârın tesvidinde hararetli bir surette bulundu-
ğum zaman, mahallemizde bir cami imamlığı vardı. Eski
kisve-i ilmiyemi, sarığı bağlamak niyetiyle muvakkaten o
hizmete fütur verip, bilmeyerek çekildim. Maksadımın
aksiyle şefkatli bir tokat yedim. Sekiz dokuz ay imamlık
ettiğim hâlde, müftünün çok vaatlerine rağmen, fevkalâ-
de bir surette, sarığı saramadım. Şüphemiz kalmadı ki, o
kusurdan bu şefkatli tokat geldi. Ben Üstadımın hem bir
muhatabı, hem bir müsevvidi idim. Benim çekilmemle
tesvit hususunda sıkıntı çekmişti. Her ne ise, yine şükür
ki, kusurumuzu anladık ve bu hizmetin de ne kadar kud-
sî olduğunu bildik. Ve Şah-ı Geylânî gibi arkamızda me-
lek-i sıyanet gibi bir Üstad bulunduğuna itimat ettik.
Ez’afü’l-ibad
Hafız Halid
BARLA LÂHİKASI | 617 |
neşr:
yayım, yayın.
resmî:
devletin olan, devlete ait,
devletle ilgili.
Risale:
Risâle-i Nur Külliyatını
meydana getiren kitaplardaki her
bir bağımsız bölüm.
suret:
biçim, şekil, tarz.
Şah-ı Geylânî:
Şeyh Abdülkadir
Geylânî.
şefkat:
karşılıksız sevgi besleme,
içten ve karşılıksız merhamet.
şükür:
teşekkür.
tasavvur:
bir şeyi zihinde şekil-
lendirme, tasarlama, kurma.
tenvir:
nurlandırma, aydınlatma,
ışıklandırma.
tesvid:
yazı ile karalama, müsved-
de yapma.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nursî
Hazretlerinin, özel isim yerine ge-
çen bir sıfatı; öğretici, öğretmen.
vaad:
söz verme, aht.
zalim:
zulmeden, acımasız ve
haksız davranan.
adavet:
düşmanlık, husumet.
aksi:
ters, zıt.
asar:
eserler.
bedel:
yerine, adına, namına.
cami:
toplu namaz kılınan yer,
mescit.
elîm:
çok dert ve keder veren,
çok acı verici, acıklı.
ez’afü’l-ibâd:
halkın, kulların
en zayıfı.
fevkalâde:
olağanüstü.
fütur:
zayıflık, gevşeklik, bez-
ginlik, usanma, usanç, bıkma.
gam:
keder, üzüntü.
gussa:
keder, kaygı, tasa,
gam.
hâdise:
olay.
hararet:
ateşlilik, coşkunluk,
heyecanlılık.
hemşehri:
aynı şehirli, aynı
memleketli.
hizmet:
görev, vazife.
hizmet-i Kur’âniye:
Kur’an
hizmeti.
husus:
mevzu, konu.
imam:
namazda kendisine
uyulan, Müslüman cemaate
namaz kıldıran kişi.
itimat:
dayanma, güvenme.
kisve-i ilmiye:
ilmî kisve, ilim
adamlarına, hocalara ait elbi-
se, ilmî kıyafet.
kudsî:
mukaddes, yüce.
kusur:
suç, kabahat.
maksat:
kast, amaç, düşünce.
mektubat:
Risale-i Nur Külli-
yatının dört büyük kitabından
birinin adı.
muvakkaten:
geçici olarak.
müftü:
İl ve ilçelerde din işle-
rine bakan ve dinî meseleler-
le ilgilenen görevli kimse.
müsevvit:
başkasının temize
çekeceği müsveddeyi yazan,
karalama yapan.