Barla Lâhikası - page 614

–Cenab-ı Hak affetsin– mürüvvetkârâne bir surette riya-
ya ve tabasbusa da mecbur oluyordum. Üstadım çok de-
fa beni ikaz ve ihtar ve tekdir ediyordu. Maatteessüf,
kendimi kurtaramıyordum. Hâlbuki, Kur’ân-ı Hakîmin
ruh-i hizmetine zıt olan bu vaziyetimden şeytan-ı cinnî ve
insî istifade etmekle beraber, hizmetimize de bir soğuk-
luk, bir fütur veriyordu.
İşte ben bu kusuruma karşı şiddetli –fakat inşaallah
şefkatli– bir tokat yedim. Şüphemiz kalmadı ki, bu tokat,
o kusura binaen gelmiş. O tokat da şudur:
Sekiz senedir ben Üstadımın hem muhatabı, hem mü-
sevvidi, hem mübeyyizi olduğum hâlde, sekiz ay kadar
Nurlardan istifade edemedim. Bu hale hayret ettik. Ben
de ve Üstadım da, “Bu neden böyle oluyor?” diye esbap
arıyorduk. Şimdi kat’î kanaatimiz geldi ki, o hakaik-ı
Kur’âniye nurdur, ziyadır. Tasannu, temelluk, tezellül
zulmetleriyle birleşemiyor. Onun için, bu nurların haki-
katlerinin meali benden uzaklaşıyor tarzında bulunarak
bana yabanî görünüyor, yabanî kalıyordu. Cenab-ı Hak-
tan niyaz ediyorum ki, bundan sonra Cenab-ı Hak bana
o hizmete lâyık ihlâs ihsan etsin, ehl-i dünyaya tasannu
ve riyadan kurtarsın. Başta Üstadım olarak kardeşlerim-
den dua rica ediyorum.
Pürkusur
Şamlı Hafız Tevfik
bid’a:
dinin aslına uymayan adet
ve uygulamalar..
Cenab-ı Hak:
Allah (c.c).
cidden:
ciddî olarak, gerçek ola-
rak.
çendan:
gerçekten.
dair:
alakalı, ilgili.
deruhte:
üstüne alma, yüklenme,
kendini vazifeli bilme.
dirayet:
zeka, anlayış, incelikleri
kavrayış.
ehl-i dünya:
dünyaya bağlı, dün-
ya adamı, ahireti düşünmeyen.
elîm:
çok dert ve keder veren, çok
acı verici, acıklı.
emel:
ümit, umma.
eyvah:
Yazık, heyhat!”.
hâdise:
olay.
Hakaik-i Kur’âniye:
Kur’ân’ın ifa-
de ettiği gerçekler.
hakikat:
gerçek, doğru.
halvethane:
yalnız başına oturu-
lup ibadetle vakit geçirilen yer.
hânedân:
köklü ve büyük aile.
hükmünde:
değerinde, yerinde.
hükmüne:
yerine, değerine.
içtinap:
çekinme, sakınma, uzak
durma.
ilm-i cifir:
cifir ilmi, harflerin sayı
değerlerinden mana çıkararak el-
de edilen ilim.
inşaallah:
Allah izin verirse.
istihkak:
hak etme, hak kazanma,
hakkı olma.
istimzâc:
birinin ne düşündüğünü
yoklama, bir şeyin açıklanmadan
önce nasıl bir tesir yapacağını an-
lamaya çalışma, fikir öğrenmeye
çalışma, nabız yoklama.
iştirak:
katılma, ortak olma.
ittiba:
tabi olma, uyma, itaat et-
me.
ittihaz:
edinme, kabul etme.
kâfî:
yeterli.
karip:
yakın.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
kemal-i şevk:
tam ve kusursuz
bir istek.
Kur’ân-ı Hakîm:
herşeyi ile hik-
metli Kur’ân.
maatteessüf:
ne yazık ki, üzüle-
rek belirteyim ki.
manevî:
manaya ait, maddî olma-
yan.
maruz:
uğramak, etkilenmek.
merak:
kuruntu, telâş, iç sıkıntısı,
içdarlığı.
meslek:
gidiş, usül, tarz.
mevki:
yer, makam.
miftah:
açan alet, anahtar.
muallim:
ders veren, öğreten,
talim eden, hoca, öğretici, öğ-
retmen.
mühim:
önemli, ehemmiyetli.
müştak:
arzulu, fazla istekli,
iştiyak gösteren.
müthiş:
dehşet veren, ürkü-
ten, dehşetli, korkunç.
nazar:
bakış, nezdinde.
nazır:
nezaret eden, bakan,
gözeten.
Nur:
Risale-i Nur eserleri.
ruh-i hizmet:
hizmetin özü.
Sünnet-i Seniye:
Hz. Muham-
med’in (
ASM
) yüce sünneti;
yüksek hâl, söz, tavır ve tas-
vipleri.
şefkat:
karşılıksız sevgi besle-
me, içten ve karşılıksız merha-
met.
şeref:
onur, haysiyet.
şeytan-ı cinni ve insi:
insan
ve cinlerden şeytan vazifesi
yapanlar.
talebe:
öğrenci.
tasannu:
yapmacık.
temelluk:
dalkavukluk, yal-
taklanma.
tenvir:
nurlandırma, aydınlat-
ma, ışıklandırma.
tevafukat:
tevafuklar, uygun-
luklar, raslantılar, birbirine uy-
gun gelişler.
tezellül:
aşağılanma.
Üstad:
Bediüzzaman Said Nur-
sî Hazretlerinin, özel isim yeri-
ne geçen bir sıfatı; öğretici, öğ-
retmen.
zat:
kişi, şahıs.
zirüzeber:
altüst, karmakarı-
şık, darmadağın.
| 614 | BARLA LÂHİKASI
1...,604,605,606,607,608,609,610,611,612,613 615,616,617,618,619,620,621,622,623,624,...720
Powered by FlippingBook