küçüklük ve büyüklük makusen mütenasip vazifeler bulu-
nabilir. Fakat, büyük dairenin cazibedarlığı cihetiyle, kü-
çük dairedeki lüzumlu ve ehemmiyetli hizmeti bıraktırıp,
lüzumsuz, malâyani ve afakî işlerle meşgul eder. serma-
ye-i hayatını boş yerde imha eder, o kıymettar ömrünü
kıymetsiz şeylerde öldürür. Ve bazen bu harp boğuşma-
larını merak ile takip eden, bir tarafa kalben taraftar
olur, onun zulümlerini hoş görür, zulmüne şerik olur.
Birinci noktaya cevap ise
:
evet, bu Cihan Harbinden daha büyük bir hâdise ve
bu zemin yüzündeki hâkimiyet-i amme davasından daha
ehemmiyetli bir dava, herkesin ve bilhassa Müslümanla-
rın başına öyle bir hâdise ve öyle bir dava açılmış ki, her
adam, eğer Alman ve İngiliz kadar kuvveti ve serveti ol-
sa ve aklı da varsa, o tek davayı kazanmak için, bilâte-
reddüt sarf edecek. İşte o dava ise, yüz bin meşahir-i in-
saniyenin ve hadsiz nev-i beşerin yıldızları ve mürşitleri-
nin müttefikan, kâinat sahibi’nin ve Mutasarrıfı’nın bin-
ler vaat ve ahitlerine istinaden haber verdikleri ve bir kıs-
mı gözleriyle gördükleri şu ki: Herkesin –iman mukabi-
linde– bu zemin yüzü kadar bağlar ve kasırlar ile müzey-
yen ve bâkî ve daimî bir tarla ve mülkü kazanmak veya
kaybetmek davası başına açılmış. eğer iman vesikasını
sağlam elde etmezse, kaybedecek. Ve bu asırda, mad-
diyyunluk taunuyla çoklar o davasını kaybediyor. Hatta
bir ehl-i keşif ve tahkik, bir yerde, kırk vefiyattan yalnız
birkaç tanesi kazandığını sekeratta müşahede etmiş;
AsA-yı MûsA
M
eYve
R
isalesi
| 35 |
dÖrdÜnCÜ mesele
sadece maddeye istinat eden, ru-
haniyatı ve maneviyatı inkâr
edenlerin mesleği, materyalistlik.
makûsen:
aksine, ters olarak, zıd-
dına olarak.
malâyani:
manasız, faydasız, boş
(şey).
meşahir-i insaniye:
insanların
meşhurları.
mukabil:
karşılık.
Mutasarrıf:
tasarruf eden, tasarruf
sahibi olan, her şeyin sahibi olan,
malik.
mülk:
sahip olunan, üzerinde ta-
sarrruf hakkı bulunan her şey.
mürşit:
irşat eden, doğru yolu gös-
teren, rehber, kılavuz.
müşahede:
bir şeyi gözle görme,
seyretme.
mütenasip:
orantılı, nispetli.
müttefikan:
ittifak ederek, hep
beraber, birlikte.
müzeyyen:
ziynetlendirilmiş, süs-
lü.
sarf:
harcama.
sekerat:
ölmek üzere olan bir kişi-
nin kendinden geçmesi.
sermaye-i hayat:
hayat sermaye-
si.
şerik:
ortak.
taraftar:
taraflı, birinin veya bir
grubun tarafını tutan, bir tarafı
destekleyen.
taun:
veba.
vaat:
Allah’ın kullarına muhakkak
gerçekleşeceğini bildirdiği ahiret
hayatında, amellerinin karşılığı ve
Allah’ın lütfu olarak verilecek mü-
kâfat, ahiret mükâfatı.
vazife:
görev.
vefiyat:
ölümler, vefatlar.
vesika:
inanılacak, dayanılacak,
güvenilecek sağlam delil, hüccet,
belge.
zemin:
yer.
zulüm:
haksızlık
afakî:
havaî, gereksiz, lüzum-
suz ve değersiz.
ahit:
yemin, and.
asır:
yüzyıl, asır.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
bilâtereddüt:
tereddütsüz.
bilhassa:
özellikle.
cazibedar:
çekici, cazibeli.
cihet:
yön, sebep, vesile.
dava:
takip edilen fikir, iddia.
ehemmiyetli:
önemli.
ehl-i keşif:
bazı sırları, bilin-
meyen hakikatleri, Cenab-ı
Hakkın lütuf ve ihsanı ile bilen
velîler.
ehl-i tahkik:
gerçeği araştıran-
lar, gerçeğin peşinden giden-
ler.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâkimiyet-i amme:
umuma
hâkim olma, genel hâkimiyet.
harp:
savaş, cenk, devletler
arasında meydana gelen kanlı
ve silahlı kavga.
imha:
ortadan kaldırma, mah-
vetme.
istinaden:
istinat ederek, da-
yanarak, güvenerek, delil ka-
bul ederek.
kâinat:
yaratılmış olan şeyle-
rin tamamı, bütün âlemler,
varlıklar.
kalben:
kalp ile, kalpten.
kasır:
saray, köşk.
kıyas:
karşılaştırma, oranlama.
kıymet:
değer.
kıymettar:
kıymetli, değerli.
kuvvet:
güç, kudret.
maddiyyunluk:
maddiyyunla-
rın mesleği, maddecilik; her
şeyi madde ile değerlendiren,