veriyorlar ve bilittifak beraber, pek ciddî ve kat’î diyorlar
ki: “eğer o evvelki heyetin sizi tecrübe için verilen hedi-
yelerini alsanız, yeseniz, bu gözümüz önündeki şu dara-
ğaçlarda başka gördükleriniz gibi asılacaksınız. eğer bi-
zim bu memleket hâkiminin fermanıyla getirdiğimiz he-
diyeleri evvelkinin yerine kabul edip ve terbiyenameler-
deki duaları ve evratları okusanız, o asılmaktan kurtula-
caksınız. o piyango dairesinde, ihsan-ı şahane olarak,
her biriniz milyon altın biletini alacağınızı, görür gibi ve
gündüz gibi inanınız. eğer o haram ve şüpheli ve zehirli
tatlıları yeseniz, asılmaya gittiğiniz zamana kadar dahi o
zehirin sancısını çekeceğinizi, bu fermanlar ve bizler
müttefikan size kat’î haber veriyoruz” diyorlar.
İşte bu temsil gibi, her vakit gördüğümüz ecel darağa-
cının arkasında mukadderat-ı nev-i beşer piyangosundan
ehl-i iman ve taat için, hüsn-i hatime şartıyla, ebedî ve
tükenmez bir hazinenin bileti çıkacağını; yüzde yüz ihti-
mal ile, sefahat ve haram ve itikatsızlık ve fıskta devam
edenler, tevbe etmemek şartıyla, ya idam-ı ebedî –ahire-
te inanmayanlara– veya daimî ve karanlık haps-i münfe-
rit –beka-i ruha inanan ve sefahatte gidenlere– ve şeka-
vet-i ebediye ilâmını alacaklarını yüzde doksan dokuz ih-
timal ile kat’î haber veren, başta ellerinde nişane-i tasdik
olan hadsiz mu’cizeler bulunan yüz yirmi dört bin pey-
gamberler
(1)
(aleyhimüsselâm) ve onların verdikleri ha-
berlerin izlerini ve sinemada gibi gölgelerini keşif ile,
zevk ile görüp tasdik ederek imza basan yüz yirmi dört
milyondan ziyade evliyalar (kaddesallahü esrarehüm)
AsA-yı MûsA
M
eYve
R
isalesi
| 25 |
ikinCi mesele
nak.
heyet:
bir topluluğu meydana ge-
tiren kişilerin bütünü, komite.
hüsn-i hatime:
iman ile ahirete
gitmek, kelime-i şehadet söyleye-
rek ölmek.
idam-ı ebedî:
dirilmemek üzere
yok oluş, ahiret inancı olmadığı
için ölümü ebedî yokluğa gitmek
olarak görme.
ihsan-ı şahane:
padişahın ihsanı,
padişahın lütfu, padişahın ikramı,
padişahın hediyesi.
ihtimal:
olabilirlik.
îlâm:
belge, bildiri.
itikat:
kesin inanma, iman.
kaddesallahü esrarehüm:
sırları,
hakikatleri muazzez ve müşerref
olsun.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tereddü-
de mahal bırakmayan.
keşif:
Allah tarafından ilham edil-
me, kalp gözüyle görme.
mu’cize:
benzerini yapmaktan in-
sanların aciz kaldığı şey.
mukadderat-ı nev-i beşer:
insa-
noğlunun mukadderatı, insanoğ-
lunun önceden takdir edilmiş başı-
na gelecekler.
müttefikan:
ittifak ederek, hep
beraber, birlikte.
nişane-i tasdik:
doğruluğunu, ka-
bul edilirliğini gösteren alâmet,
belirti.
peygamber:
Allah tarafından ha-
ber getirerek İlahî emir ve yasak-
ları insanlara tebliğ eden elçi, nebî.
sefahat:
zevk, eğlence ve yasak
şeylere düşkünlük, sefihlik.
şekavet-i ebediye:
ebedî, sonsuz
sıkıntı ve işkence, bitmeyen azap.
taat:
itaat etme, boyun eğme,
emre uyma.
tasdik:
bir şeyin veya kimsenin
doğruluğuna kesin olarak hük-
metme.
temsil:
misal getirme, özellikle
öğüt alınsın diye mesel anlatma.
terbiyename:
terbiye yazısı.
tevbe:
işlenmiş bir günahtan piş-
manlık duyup bir daha işlememek
üzere söz verme.
ziyade:
çok, fazla
ahiret:
dünya hayatından
sonra başlayıp ebediyen de-
vam edecek olan ikinci hayat.
beka-i ruh:
ruhun ebedîliği,
sonsuzluğu, ölümsüzlüğü.
bilittifak:
ittifakla, beraberce,
elbirliğiyle.
ciddî:
mühim, önemli.
daimî:
sürekli, devamlı.
darağacı:
idama mahkûm
olanların asıldıkları sehpa, dâr.
dua:
Allah’a yalvarma, niyaz.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
ecel:
her canlının Allah tarafın-
dan takdir edilen ölüm vakti.
ehl-i iman:
inananlar, iman
sahipleri.
evliya:
veliler, Allah dostları.
evrat:
virtler, okunması âdet
olan dinî dualar.
ferman:
emir, buyruk.
fısk:
hak yoldan veya hak yo-
lundan çıkma, Allah’a karşı is-
yan etme.
hadsiz:
sınırsız, sonsuz.
hâkim:
memleketi idare eden,
hükümdar.
haps-i münferit:
ehl-i dalâlet
için ölüm ve kabir.
haram:
İslâmiyetçe yasakla-
nan işler.
hazine:
zengin ve değerli kay-
1.
Müsned, 5:178, 179, 246; Zâdü’l-Meâd, 1:43-44.