sarayına girmek için bir terhis tezkeresidir. Ve kabir ise
ya karanlıklı bir haps-i münferit ve dipsiz bir kuyudur, ve-
yahut bu zindan-ı dünyadan bâkî ve nuranî bir ziyafetgâh
ve bağistana açılan bir kapıdır. Bu hakikati gençlik reh-
beri bir temsil ile ispat etmiş.
Meselâ, bu hapsin bahçesinde, asmak için darağaçla-
rı konulmuş ve onların dayandıkları duvarın arkasında
gayet büyük ve umum dünya iştirak etmiş bir piyango
dairesi kurulmuş. Biz bu hapisteki beş yüz kişi, her hâl-
de hiç müstesnası yok ve kurtulmak mümkün değil, bizi
birer birer o meydana çağıracaklar. Ya “gel, idam ilânı-
nı al, darağacına çık!” veya “daimî haps-i münferit pu-
sulasını tut, bu açık kapıya gir!” veyahut “sana müjde!
Milyonlar altın bileti sana çıkmış; gel, al!” diye her taraf-
ta ilânatlar yapılıyor. Biz de gözümüzle görüyoruz ki, bir-
biri arkasında o darağaçlarına çıkıyorlar. Bir kısmın asıl-
dıklarını müşahede ediyoruz. Bir kısmı da darağaçlarını
basamak yapıp, o duvarın arkasındaki piyango dairesine
girdiklerini, orada, büyük ve ciddî memurların kat’î ha-
berleri ile görür gibi bildiğimiz bir sırada, bu hapishane-
mize iki heyet girdi.
Bir kafile, ellerinde çalgılar, şaraplar, zahirde gayet
tatlı helvalar, baklavalar var; bizlere yedirmeye çalıştılar.
Fakat, o tatlılar zehirlidir. İnsî şeytanlar içine zehir atmış-
lar.
İkinci cemaat ve heyet, ellerinde terbiyenameler ve
helâl yemekler ve mübarek şerbetler var; bize hediye
ikinCi mesele
| 24 |
M
eYve
R
isalesi
AsA-yı MûsA
bağistan:
bağlık, bahçelik, büyük
bahçe.
bâki:
sonsuz, daimi, ebedi.
cemaat:
topluluk, bir yere toplan-
mış insanlar, takım, bölük.
ciddî:
mühim, önemli.
daimî:
sürekli, devamlı.
gayet:
son derece.
haps-i münferit:
ehl-i dalâlet için
ölüm ve kabir.
helâl:
İslâmî ölçüler içinde kazanıl-
mış şey.
heyet:
bir topluluğu meydana ge-
tiren kişilerin bütünü, komite.
idam:
yok olma.
ilân:
yayma, duyurma, bildir-
me.
ilânât:
ilânlar.
İnsî:
insan cinsinden.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
iştirak:
ortaklık etme, katılma.
kabir:
mezar.
kafile:
birlikte yolculuk eden
topluluk; zümre, fırka.
kat’î:
kesin, şüpheye ve tered-
düde mahal bırakmayan.
meselâ:
örneğin.
mübarek:
feyizli, bereketli,
kutlu.
müjde:
sevindirici haber, muş-
tu.
müstesna:
kaide dışı, kural dı-
şı.
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyretme.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.
pusula:
kısa mektup.
şeytan:
zeki, kurnaz olan, bu
zekiliğini kötülük yapmakta
kullanan kimse.
temsil:
misal getirme, özellikle
öğüt alınsın diye mesel anlat-
ma.
terbiyename:
terbiye yazısı.
terhis:
izin verme, serbest bı-
rakma.
tezkere:
belge, pusula.
umum:
bütün.
zahirî:
görünüşte olan; zahire,
dışa ait olan.
zindan-ı dünya:
dünya zinda-
nı, dünyanın ehl-i iman için
cennete nispeten zindan hük-
mündeki hayatı.
ziyafetgâh:
ziyafet verilen yer