idamhane tevehhüm edilen mezaristana kalp pencere-
sinden bir ışık verdi. onunla baştan başa bütün ölüler di-
rildiler. Ve, “Biz ölmemişiz ve ölmeyeceğiz, yine sizinle
görüşeceğiz” lisan-ı hâl ile dediklerinden aldığın hadsiz
sevinçler ve ferahları, iman, bu dünyada dahi vermesiy-
le ispat eder ki, “İman hakikati öyle bir çekirdektir ki,
eğer tecessüm etse, bir cennet-i hususiye ondan çıkar, o
çekirdeğin Şecere-i tubası olur” dedim.
o muannit döndü, dedi:
“Hiç olmazsa hayvan gibi hayatımızı keyif ve lezzetle
geçirmek için sefahat ve eğlencelerle bu ince şeyleri dü-
şünmeyerek yaşayacağız.”
Cevaben dedim:
“Hayvan gibi olamazsın. Çünkü, hayvanın mazi ve
müstakbeli yok. ne geçmişten elemler ve teessüfler alır
ve ne de gelecekten endişeler ve korkular gelir. lezzeti-
ni tam alır, rahatla yaşar, yatar, Hâlık’ına şükreder. Hat-
ta, kesilmek için yatırılan bir hayvan, bir şey hissetmez.
Yalnız bıçak kestiği vakit hissetmek ister. Fakat, o his da-
hi gider; o elemden de kurtulur. demek, en büyük bir
rahmet, bir şefkat-i İlâhiye, gaybı bildirmemektedir ve
başa gelen şeyleri setretmektedir. Hususan masum hay-
vanlar hakkında daha mükemmeldir.
“Fakat, ey insan! senin mazi ve müstakbelin akıl cihe-
tiyle bir derece gaybîlikten çıkmasıyla, setr-i gayptan
hayvana gelen istirahatten tamamen mahrumsun. geç-
mişten çıkan teessüfler, elim firaklar ve gelecekten gelen
AsA-yı MûsA
M
eYve
R
isalesi
| 31 |
ÜçÜnCÜ mesele
duyma.
tecessüm:
cisimleşme, cisim hali-
ne gelme.
teessüf:
üzülme, eseflenme, bir
şeyin tesirini hissetme, acı duyma.
tevehhüm:
vehimlenme, kurun-
tuya kapılma; gerçekte var olma-
yanı var kabul etme, yok olanı var
zannetmekle ümitsizliğe ve kor-
kuya düşme.
cennet-i hususiye:
hususî,
özel cennet; cennet içinde
cennet.
cevaben:
cevap olarak, karşı-
lık şeklinde.
cihet:
yön, sebep, vesile.
gaybî:
gaypla ilgili, görünme-
yenlere ait.
gayp:
his ve aklın ötesinde ka-
lan, insan tarafından kavrana-
mayan.
hakikat:
gerçek, esas.
Hâlık:
yoktan yaratan, her şe-
yi yoktan var eden, yaratıcı;
Allah.
hususan:
bilhassa, özellikle.
idamhane:
yok etme yeri, im-
ha yeri.
ispat:
doğruyu delillerle gös-
terme.
istirahat:
dinlenme, rahatla-
ma.
lisan-ı hâl:
hâl dili, bir şeyin
duruşu ve görünüşü ile bir
mana ifade etmesi.
mahrum:
bir şeye sahip ola-
mayan, yoksun.
masum:
saf, temiz.
mezaristan:
mezarlık.
muannit:
inatçı, ayak direyen.
müstakbel:
gelecek zaman.
setretmek:
örtmek, kapat-
mak, gizlemek.
setr-i gayp:
gayp perdesi, giz-
lilik perdesi; başa gelecek şey-
lerin bilinememesi.
Şecere-i Tuba:
cennetteki Tu-
ba Ağacı.
şefkat-i İlâhiye:
Cenab-ı Hak-
kın merhameti ve şefkati.
şükür:
nimet ve iyiliğin sahibi-
ni tanıma ve ona karşı minnet