Asâ-yı Mûsa - page 30

saraylarına girmelerine bir intizar salonu görünmesi hay-
siyetiyle, değil elem, belki imanın kuvvetine göre cenne-
tin bir nevi manevî lezzetini dünyada dahi tattırdığı gibi;
gelecek istikbal zamanı, değil vahşetgâh ve karanlık, bel-
ki iman gözüyle görünür ki, saadet-i ebediye sarayların-
da hadsiz rahmeti ve keremi bulunan ve her bahar ve
yazı birer sofra yapan ve nimetlerle dolduran bir rah-
man-ı rahîm-i zülcelâli ve’l-İkram’ın ziyafetleri kurulmuş
ve ihsanlarının sergileri açılmış, oraya sevkiyat var, diye
iman sinemasıyla müşahede ettiğinden, derecesine göre
bâkî âlemin bir nevi lezzetini hissedebilir. demek, hakikî
ve elemsiz lezzet yalnız imanda ve iman ile olabilir.
İmanın bu dünyada dahi verdiği binler fayda ve neti-
celerinden yalnız bir tek fayda ve lezzetini; bu mezkûr
bahsimiz münasebetiyle,
Gençlik Rehberi’
nde bir haşiye
olarak yazılan bir temsille beyan edeceğiz. Şöyle ki:
Meselâ, senin gayet sevdiğin bir tek evlâdın sekeratta
ölmek üzere iken ve me’yusâne elim ebedî firakını düşü-
nürken, birden Hazret-i Hızır ve Hakîm-i lokman gibi
bir doktor geldi, tiryak gibi bir macun içirdi; o sevimli ve
güzel evlâdın gözünü açtı, ölümden kurtuldu. ne kadar
sevinç ve ferah veriyor, anlarsın.
İşte o çocuk gibi, sevdiğin ve ciddî alâkadar olduğun
milyonlar sence mahbup insanlar, o mazi mezaristanın-
da, senin nazarında, çürüyüp mahvolmak üzere iken,
birden hakikat-i iman, Hakîm-i lokman gibi o büyük
ÜçÜnCÜ mesele
| 30 |
M
eYve
R
isalesi
AsA-yı MûsA
âlem:
dünya, cihan.
bahis:
konu.
bâkî:
sonsuz, daimi, ebedi.
beyan etmek:
açıklamak, bildir-
mek, izah etmek.
ciddî:
gerçek olarak, hakikaten.
ebedî:
sonu olmayan, daimî, sü-
rekli.
elem:
dert, üzüntü, maddî-manevî
ıztırap.
evlât:
veletler, çocuklar.
ferah:
gönül açıklığı, sevinç, sevin-
me.
firak:
ayrılık, hicran.
gayet:
son derece.
hakikat-i iman:
iman hakikati.
hakikî:
gerçek.
Hakîm-i Lokman:
Kur’ân’da adı
geçen, peygamber olup olmadığı
kesin olmayan, öğütleri, ahlâkî ve
tıbbî sözleri ile tanınan büyük bir
zat. Hz. Lokman (as), Hz. Davud‘a
(as) yetişmiş ve ondan ilim öğren-
miştir. Halk arasında daha çok, bir
hekim (doktor) olarak tanındığı
için Hekim-i Lokman olarak yâd
edilmiştir. Hekim olduğu hususun-
da âlimler ittifak etmektedirler.
haşiye:
dipnot.
haysiyet:
şeref, onur, itibar.
Hazret-i Hızır:
İkinci tabaka-i ha-
yat mertebesinde yaşayan ve
Kur’ân-ı Kerîm’de ismi geçen meş-
hur peygamber.
ihsan:
bağışlama, ikram etme, lü-
tuf.
intizar:
bekleme, gözleme.
kerem:
cömertlik, lütuf, ihsan, ba-
ğış.
kuvvet:
güç, kudret.
macun:
hamur kıvamına getirilmiş
ilâç.
mahbup:
sevgili, sevilen, mu-
habbet edilen.
mahvolma:
yok olma, orta-
dan kalkma, batma.
manevî:
manaya ait, maddî
olmayan.
mazi:
geçmiş zaman.
meselâ:
örneğin.
me’yusâne:
ümitsizce, ümit-
sizlikle, ümitsiz bir şekilde.
mezkûr:
zikredilen, adı geçen,
anılan.
münasebet:
ilişki, alâka.
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyretme.
nazar:
bakış, dikkat.
nevi:
çeşit, tür.
nimet:
lütuf, ihsan, bağış.
Rahman-ı Rahîm-i Zülcelâli
ve’l-İkram:
sonsuz ikram, haş-
met, şefkat, merhamet sahibi
olan ve bütün varlıkların rızkı-
nı veren; Allah.
rahmet:
şefkat etmek, merha-
met etmek, esirgemek.
saadet-i ebediye:
sonu olma-
yan, sonsuz mutluluk.
sekerat:
ölmek üzere olan bir
kişinin kendinden geçmesi.
sevkiyat:
sevk işi, gönderme
işi.
temsil:
misal getirme, özellikle
öğüt alınsın diye mesel anlat-
ma.
tiryak:
panzehir olarak kulla-
nılan, zehirlenme veya hasta-
lıklardan şifa bulmaya vesile
olan ilâç.
vahşetgâh:
yalnızlık yeri, kor-
ku veren yer, ıssız yeri.
ziyafet:
ikram için verilen ye-
mek, yemekli davet, şölen
1...,20,21,22,23,24,25,26,27,28,29 31,32,33,34,35,36,37,38,39,40,...570
Powered by FlippingBook