Ben, o eskişehir Hapishanesindeki müşahede ile meş-
gul iken sefahat ve dalâleti terviç eden bir şahs-ı mane-
vî, insî bir şeytan gibi karşıma dikildi ve dedi:
“Biz hayatın her bir çeşit lezzetini ve keyiflerini tatmak
ve tattırmak istiyoruz; bize karışma.”
Ben de cevaben dedim:
“Madem lezzet ve zevk için ölümü hatıra getirmeyip
dalâlet ve sefahate atılıyorsun, kat’iyen bil ki, senin dalâ-
letin hükmüyle, bütün geçmiş zaman-ı mazi ölmüş ve
madumdur ve içinde cenazeleri çürümüş bir vahşetli me-
zaristandır. İnsaniyet alâkadarlığıyla ve dalâlet yoluyla se-
nin başına ve varsa ve ölmemiş ise kalbine, o hadsiz fi-
raklardan ve o nihayetsiz dostlarının ebedî ölümlerinden
gelen elemler, senin şimdiki sarhoşça pek kısa bir za-
mandaki cüz’î lezzetini imha ettiği gibi; gelecek istikbal
zamanı dahi, itikatsızlığın cihetiyle yine madum ve ka-
ranlıklı ve ölü ve dehşetli bir vahşetgâhtır. Ve oradan ge-
len ve başını vücuda çıkaran ve zaman-ı hâzıra uğrayan
bîçarelerin başları ecel cellâdının satırıyla kesilip hiçliğe
atıldığından, mütemadiyen akıl alâkadarlığıyla senin
imansız başına hadsiz elim endişeler yağdırıyor. senin
sefihâne cüz’î lezzetini zirüzeber eder.
eğer dalâleti ve sefahati bırakıp iman-ı tahkikî ve isti-
kamet dairesine girsen, iman nuruyla göreceksin ki: o
geçmiş zaman-ı mazi madum ve her şeyi çürüten bir
mezaristan değil, belki mevcut ve istikbale inkılâp eden
nuranî bir âlem ve bâkî ruhların istikbaldeki saadet
AsA-yı MûsA
M
eYve
R
isalesi
| 29 |
ÜçÜnCÜ mesele
ruh:
dirilik kaynağı, hayatın temeli
ve sebebi olan manevî varlık.
saadet:
mutluluk.
sefahet:
zevk, eğlence ve yasak
şeylere düşkünlük, sefihlik.
şahs-ı manevî:
manevî şahıs; belli
bir şahıs olmayıp, kendisine bir şa-
hıs gibi muamele edilen şirket, ce-
maat, cemiyet gibi ortaklıklar; belli
bir kişi olmayıp bir cemaatten
meydana gelen manevî şahıs.
şeytan:
zeki, kurnaz olan, bu zeki-
liğini kötülük yapmakta kullanan
kimse.
terviç:
revaç verme, kıymet ve
değerini arttırma.
vahşet:
yabanî ve vahşi olan şey,
medeniyetin zıddı.
vahşetgâh:
yalnızlık yeri, korku
veren yer, ıssız yeri.
zaman-ı mazi:
geçmiş zaman
âlem:
dünya, cihan.
bâkî:
ebedî, daimî, sürekli ve
kalıcı olan.
cevaben:
cevap olarak, karşı-
lık şeklinde.
dalâlet:
iman ve İslâmiyetten
ayrılmak, azmak, doğru yol-
dan ayrılma, azma, batıla yö-
nelme.
ebedî:
sonu olmayan, daimî,
sürekli.
firak:
ayrılık, hicran.
hüküm:
hakimiyet, hakim ol-
ma.
iman-ı tahkikî:
tahkikî iman,
imana dair bütün meseleleri
inceleyip delil ve bürhan ile
inanma.
imha:
ortadan kaldırma, mah-
vetme.
inkılâp:
bir halden başka bir
hale geçme, değişme, dönüş-
me.
insî:
insan cinsinden.
istikbal:
gelecek zaman.
kat’iyen:
katî olarak, kesin
olarak, kesinlikle.
madem:
...den dolayı, böyle
ise.
madum:
yok olan, mevcut ol-
mayan, bulunmayan.
meşgul:
bir işle uğraşan, iş
görmekte olan kimse.
mevcut:
var olan, bulunan,
olan.
mezaristan:
mezarlık.
müşahede:
bir şeyi gözle gör-
me, seyretme.
mütemadiyen:
sürekli olarak,
devamlı.
nuranî:
nurlu, ışıklı, parlak,
münevver.