Asâ-yı Mûsa - page 17

verdiğini, Yirmi sekizinci lem’a ile sekizinci Şua tam is-
pat etmişler. İmam-ı Ali radıyallahü Anh, risale-i
nur’un en son risalesini
Celcelutiye’
de
(1)
r
ân
?n
ér
fG án
ªr
?t
¶dG p
¬p
H ?'
Sƒo
e Én
°ün
Y /
¬p
ªr
°Sp
Ép
Hn
h
fıkrasıyla haber veriyor. Biz bir iki sene evvel
Ayetü’l-
Kübra’
yı en son zannetmiştik. Hâlbuki şimdi, altmış
dörtte (Milâdî 1948), telifçe risale-i nur'un tamam olma-
sı ve bu cümle-i Aleviyenin mealini, yani karanlığı dağı-
tacak, asa-i Mûsa (aleyhisselâm) gibi ışık verecek, sihirle-
ri iptal edecek” bir risaleden haber vermesi; ve bu mec-
muanın “Meyve” kısmı bir müdafaa hükmüne geçip ba-
şımıza çöken dehşetli, zulümlü zulmetleri dağıttığı gibi,
“Hüccetler” kısmı da, nurlara karşı cephe alan felsefe
karanlıklarını izale edip Ankara ehl-i vukufunu teslime ve
tahsine mecbur etmesi; ve istikbalde ki zulmetleri izale
edeceğine çok emareler bulunması; ve asa-i Mûsa (aley-
hisselâmın) bir taşta on iki çeşme akıtmasına ve on bir
mu’cizeye medar olmasına mukabil ve müşabih bu son
mecmua dahi, “Meyve” on bir mesele-i nuraniyesi ve
“Hüccetullahi'l-Baliğa” kısmı on bir hüccet-i katıası bu-
lunması cihetinde bize kanaat verdi ki, İmam-ı Ali radı-
yallahu Anh, o fıkra ile doğrudan doğruya bu
Asa-yı Mû-
sa
(
As
) ismindeki mecmuaya bakar ve ondan tahsinkârâ-
ne haber verir.
Said Nursî
®®®
AsA-yı MûsA | 17 |
mekTuplar
delil, hiç bir şüpheye mahal bırak-
mayan delil.
ispat:
delil ve şahit göstererek
doğruyu ortaya koyma, doğruyu
delillerle gösterme.
istikbal:
gelecek, gelecek zaman,
ati.
izale:
yok etme, giderme.
kanaat:
görüş, fikir.
meal:
anlam, mana, mefhum,
mazmun, kavram.
mecmua:
kitap.
medar:
sebep, vesile.
mukabil:
karşı, karşılık, muadil.
müdafaa:
savunma.
müşabih:
benzeyen, benzer, ara-
larında benzerlik bulunan şeyler-
den her biri.
Radıyallahü Anh:
Sahabe veya İs-
lâm büyüklerinin adı geçtiğinde
söylenilen “Allah ondan razı olsun”
manasında dua. Tek erkek için
söylenir.
Risale:
mektup.
Risale-i Nur:
Nur Risalesi, Bediüz-
zaman Said Nursî’nin eserlerinin
adı.
sihir:
büyü, büyücülük, göz boya-
cılık, gözbağcılık.
tahsin:
kale gibi sağlamlaştırma.
tahsinkârâne:
beğenen gibi, be-
ğenen kimseye yakışır şekilde, be-
ğenircesine, alkışlarcasına.
telif:
kitap yazma, eser ortaya
koyma.
teslim:
boyun eğme, rıza göster-
me.
zan:
zannetme, sanma, kesin ola-
rak bilmeksizin kuvvetli ihtimalle
hükmetme.
zulmet:
karanlık.
zulüm:
haksızlık, eziyet, cefa, iş-
kence
Asa-i Mûsa:
Hz. Mûsa’nın (as)
asası; Hz. Mûsa’nın yere atıldı-
ğında büyük bir ejderhaya (yı-
lan) dönüşebilen, sihirbazları
mağlûp eden ve taşa vuruldu-
ğunda Cenab-ı Hakkın izniyle
su fışkırtan ve kendisine
mu’cize olarak verilmiş değne-
ği.
Celcelûtiye:
Peygamberimiz
Resul-i Ekrem’in (asm) dersle-
rine istinaden, aslı cifir ve eb-
cet hesabı ile alâkalı olarak Hz.
Ali (ra) tarafından telif edilen
Süryanîce bir kasidedir.
cephe:
karşı.
cihet:
yan, yön, taraf.
cümle-i Aleviye:
Hz. Ali’ye (ra)
ait olan cümle.
dehşet:
büyük korku hâli,
korkma, ürkme.
emare:
alâmet, nişan, eser,
ipucu, belirti, karine.
felsefe:
dine dayanmayan,
hakikati bulamayan, hakikat-
lere sırt çeviren, çelişkiler için-
de bocalayan düşünce siste-
mi.
fıkra:
kısım, fasıl, bölüm.
Hüccet:
delil, ispat, bürhan; bir
iddianın doğruluğunu ispat
için gösterilen vesika, senet.
hüccet-i kàtıa:
katî delil, kesin
1.
Kendisiyle karanlığın dağıldığı Asa-yı Mûsa ismi hürmetine...
1...,7,8,9,10,11,12,13,14,15,16 18,19,20,21,22,23,24,25,26,27,...570
Powered by FlippingBook