Sonra yağmura bakıyor, görür ki: O lâtif ve berrak ve tatlı ve hiçten ve gaybî bir hazine-i rahmetten gönderilen katrelerde o kadar Rahmanî hediyeler ve vazifeler var ki; güya “Rahmet, tecessüm ederek katreler suretinde hazine-i Rabbaniyeden akıyor” manasında olduğundan, yağmura “rahmet” namı verilmiştir.
Sonra şimşeğe bakar ve ra’dı (gök gürültüsü) dinler, görür ki, pek acib ve garip hizmetlerde çalıştırılıyorlar.
Sonra gözünü çeker, aklına bakar, kendi kendine der ki: “Atılmış pamuk gibi bu câmid, şuursuz bulut, elbette bizleri bilmez ve bize acıyıp imdadımıza kendi kendine koşmaz ve emirsiz meydana çıkmaz ve gizlenmez. Belki gayet Kadîr ve Rahîm bir Kumandan’ın emriyle hareket eder ki, bir iz bırakmadan gizlenir ve def’aten meydana çıkar, iş başına geçer. Ve gayet Fa’al ve Müteal ve gayet cilveli ve haşmetli bir Sultan’ın fermanıyla ve kuvvetiyle vakit be vakit cev âlemini doldurup boşaltır ve mütemadiyen hikmetle yazar ve paydos ile bozar tahtasına ve mahv ve ispat levhasına ve haşir ve kıyamet suretine çevirir. Ve gayet lütufkâr ve ihsanperver ve gayet keremkâr ve rububiyetperver bir Hâkim-i Müdebbir’in tedbiriyle rüzgâra biner ve dağlar gibi yağmur hazinelerini bindirir, muhtaç olan yerlere yetişir. Güya onlara acıyıp ağlayarak, göz yaşlarıyla onları çiçeklerle güldürür, güneşin şiddet-i ateşini serinlendirir. Ve sünger gibi, bahçelerine su serper ve zemin yüzünü yıkar, temizler.”
Şuâlar, Yedinci Şuâ (Âyetü’l-Kübra), s. 131
LÛGATÇE:
câmid: Cansız.
cev: Hava, atmosfer.
gaybî: Görünmeyen.
katre: Damla.
tecessüm: Cisim şeklini alma.
***
Risale-i Nur’dan Cezaevi Mektupları
Manevî ibadet ve uhrevî sevap cihetini düşün
Altıncı Deva (HAŞİYE)
Ey dünya zevkini düşünüp hastalıktan ıztırap çeken kardeşim! Bu dünya eğer daimî olsaydı ve yolumuzda ölüm olmasaydı ve firak ve zevalin rüzgârları esmeseydi ve musîbetli, fırtınalı istikbalde manevî kış mevsimleri olmasaydı, ben de seninle beraber senin haline acıyacaktım. Fakat madem dünya bir gün bize “Haydi dışarı” diyecek, feryadımızdan kulağını kapayacak. O bizi dışarı koymadan, biz bu hastalıklar ikazatıyla şimdiden onun aşkından vazgeçmeliyiz. O bizi terk etmeden, kalben onu terke çalışmalıyız.
Evet, hastalık bu manayı bize ihtar edip der ki: “Senin vücudun taştan, demirden değildir. Belki daima ayrılmaya müsait muhtelif maddelerden terkib edilmiştir. Gururu bırak, aczini anla. Mâlikini tanı, vazifeni bil, dünyaya niçin geldiğini öğren.” Kalbin kulağına gizli ihtar ediyor.
Hem madem dünyanın zevki, lezzeti devam etmiyor, hususan meşrû olmazsa, hem devamsız, hem elemli, hem günahlı oluyor; o zevki kaybettiğinden hastalık bahanesiyle ağlama, bilâkis hastalıktaki manevî ibadet ve uhrevî sevap cihetini düşün, zevk almaya çalış.
HÂŞİYE: Fıtrî bir surette bu lem’a tahattur ettiğinden, altıncı mertebede iki deva yazılmış. Fıtrîliğine ilişmemek için öylece bıraktık; belki bir sır vardır diye değiştirmedik.
Lem’alar, s. 330
LÛGATÇE:
fıtrî: İnsanın kendi iradesiyle değil de, İlâhî bir şekilde gelen.
firak: Ayrılık.
tahattur: Hatırlama.
uhrevî: Ahiretle ilgili.
zeval: Sona erme.