Evvelâ: Bu yaz, derd-i maişet cihetiyle ve bu şuhur-u selâse, ibadet haysiyetiyle bir derece Nurların kitabetine fütur verebilir diyenlere beyan ederiz ki:
Bilâkis, yazmaya şevk verir ve vermek gerektir. Çünkü Nur’un hizmeti, hem maişet, hem rahat-ı kalbe bereketleriyle yardım ettiği gibi, ibadet-i tefekkürî nev’inden olması cihetiyle, mübarek ayların sevaplarına büyük yardımı olur.
Saniyen: Nur’un bir şakirdi bana dedi ki: “Geçen sene daha Nurlar bize teslim olmadan ve hususî bir iade neticesinde burada rahmet dahi hususî bir derece tezahürüyle demiştin ki: ‘Ne vakit tam serbestiyetle Nurlar okunsa ve yazılsa ve bize iade edilse, yağmurla, rahmet tam olacak’ haber vermiştin. Hakikaten bu baharda hem Asâ-yı Mûsa her tarafta merakla yazılması ve okunması, hem Zülfikâr-ı Mu’cizat yazılmasına şevkle başlanması, bu emsalsiz rahmete bir vesile olduğuna kat’î kanaatim geliyor.”
Emirdağ Lâhikası-I, mektup no: 109, s. 199
LÛGATÇE:
fütur: Gevşeklik, usanç.
ibadet-i tefekkürî: Tefekkür, düşünme yoluyla yapılan ibadet.
kitabet: Yazma.
maişet: Geçim.
şuhur-u selâse: Üç Aylar.
tezahür: Görünme, belirme, açığa çıkma.
Zülfikâr-ı Mu’cizat: Mu’cizat-ı Ahmediye (19. Mektub) ve Mu’cizat-ı Kur’âniye (25. Söz) risalelerinin başlıca olarak yer aldığı Zülfikar mecmuası.
***
Risale-i Nur’dan Cezaevi Mektupları
İnsana bütün dünya lezzetleri verilse, doymuyor
(Dünden devam)
İnsan,
• ve lezzet-i hayat cihetinde en müteellimi ve lezzetleri dehşetli elemlerle âlûde;
• ve bekaya en ziyade müştak ve muhtaç ve en çok lâyık ve müstahak;
• ve devamı ve saadet-i ebediyeyi hadsiz duâlarla isteyen ve yalvaran ve bütün dünya lezzetleri ona verilse, onun bekaya karşı arzusunu tatmin etmeyen;
• ve ona ihsanlar eden Zatı perestiş derecesinde seven ve sevdiren ve sevilen çok harika bir mu’cize-i kudret-i Samedâniye ve bir acube-i hilkat…
Ve kâinatı içine alan ve ebede gitmek için yaratıldığına bütün cihazat-ı insaniyesi şehadet eden, böyle yirmi küllî hakikatler ile Cenâb-ı Hakk’ın Hak ismine bağlanan ve en küçük zîhayatın en cüz’î ihtiyacını gören ve niyazını işiten ve fiilen cevap veren Hafîz-i Zülcelâl’in Hafîz ismiyle mütemadiyen amelleri kaydedilen ve kâinatı alâkadar edecek ef’alleri o ismin kâtibîn-i kiramlarıyla yazılan ve her şeyden ziyade o ismin nazar-ı dikkatine mazhar bulunan bu insanlar, elbette ve elbette ve her halde ve hiçbir şüphe getirmez ki, bu yirmi hakikatin hükmüyle, insanlar için bir haşir ve neşir olacak. Ve Hak ismiyle evvelki hizmetlerinin mükâfatını ve kusuratının mücazatını çekecek ve Hafîz ismiyle cüz’î küllî kayıt altına alınan her amelinden muhasebe ve sorguya çekilecek. Ve dâr-ı bekada saadet-i ebediye ziyafetgâhının ve şekavet-i daime hapishanesinin kapıları açılacak. Ve bu âlemde çok taifelere kumandanlık yapan ve karışan ve bazen karıştıran bir zabit, toprağa girip her amelinden sual olunmamak ve uyandırılmamak üzere yatıp saklanmayacaktır.
(Devamı var)
Şuâlar, On Birinci Şuâ (Denizli Hapsinin Bir Meyvesi), Yedinci Mesele
LÛGATÇE:
acube-i hilkat: Yaratılış acubesi.
âlûde: Karışık.
beka: Sonsuzluk.
dâr-ı beka: Sonsuzluk yurdu, ahiret.
kâtibîn-i kiram: Yazıcı melekler.
mu’cize-i kudret-i Samedâniye: Zâtı hiçbir şeye muhtaç olmadığı halde, her şeyin her halinde Kendisine muhtaç olduğu Cenâb-ı Hakk’ın kudretinin mu’cizesi.
müştak: İştiyaklı, arzulu.
müteellim: Elemli, acılı.
perestiş: Tapma.
şekavet-i daime: Daimî sıkıntı, azap.