Rahmetli babam hem dindar hem de demokrattı.
Süfyanizmin sebep olduğu fetret devrinde gençliği geçmesine rağmen, yine de dindardı şükür. Çocukluğumuzda, kardeşlerimle beni dizinin dibine oturtur, namazda okunacak kısa sûreleri öğretirdi. Ayrıca, hâlâ hafızamızda olan, birçok dinî kıssalar da anlatırdı. Elhamdülillah, fıtratımızda olan dine meyyal yapımızdan dolayı onlar çok hoşuma giderdi.
Ama işte, hassaten de Ankara gibi büyük bir şehirde, tam bir tahkik-i iman dersi verilemeyince bunların tesiri de fazla olmuyordu. Çünkü zaman âhir zaman, fitne–fesadın çok olduğu bir dünya hayatı hüküm sürmekteydi. Bütün şer unsurların hücumuna karşı, eğer elinizde sağlam iman esasları, düsturları yoksa mukavemet göstermeniz zordu.
“68 kuşağı” denilen anarşinin ilk hareketlerinin başladığı o günlerde, biz de gençliğimizin ilk senelerini yaşıyorduk. Babam, o günlerde bu vaziyetlerden korkar, “Aman çocuklarım kötülerin eline düşmesin, yollarını şaşırmasın” derdi. Onun telkinleri tam kâfi gelmiyor, beş vakit namazımızı kılamıyorduk. Bayram, terâvih ve Cum’a namazlarımızı kılsak da beş vakit farz namaz yoktu.
İşte o senelerde, bir aile dostu abimiz, babama Mehmed Şevket Eygi’nin çıkardığı “Bugün” Gazetesini tavsiye etti. Babam rahmetli de hani “dinî hassasiyeti olan bir gazeteyse çocuklarım bir şeyler öğrenir” fikriyle gazeteye abone oldu.
Eygi, değişik yapıda biriydi. Renkli bir şahsiyeti de vardı. Abdi İpekçi, Mümtaz Soysal, Turgay Şeren gibi isimler onun liseden, Cemal Süreyya, Sezai Karakoç gibi şahıslar da üniversiteden okul arkadaşlarıydı. Bir ara Diyanet İşleri Başkanlığı’nda da çalışan Eygi, bir müddet de o zamanki başkanlardan “Büyük İslâm ilmihâlinin” yazarı Ömer Nasuhi Bilmen’in özel kalem müdürlüğünü de yapmıştı.
O günden sonra aldığımız Bugün Gazetesi’ni sevmiştik. Hele de okumayı seven ben, gazetenin her tarafını okuyordum. Sonradan Yeni Asya’da gördüğümüz bazı zevat, o zaman oradaydı. (Vehib Sinan, İ. Hakkı Konyalı gibi) okudukça, o zamanın şartlarında, güzel şeyler öğreniyordum. Aynı zamanda, Eygi’nin, “Bedir” yayınları arasında çıkan kitaplarını da alıp okuyorduk. Yine o senelerde meydana çıkan Şule Yüksel Şenler’in romanı, rahmetli annem ve anneanneme tesir etmesi neticesinde, daha evvel çok dikkatli örtmedikleri başlarını şuurla örtmelerine vesile olmuştu.
Hani bir tarafa intisap etmemiş olduğumuzdan, bu şekildeki münasebet, bizi oraya rabtetmişti. Eygi’nin yazılarını her gün okuyup, takip ediyordum. İnsanları tevcih ettiği, yönlendirdiği şeyler de vardı. Sonradan düşündüğümde yanlış gelen şeylerdi bunlar. Meselâ, toplu sabah namazları vardı. Bir nevi gövde gösterisi gibi olan yanlış şeylerdi bunlar. Memleketin çeşitli vilâyetlerinin büyük câmilerinde kılınan bu namazlardan, Ankara Hacı Bayram Camii’nde kılınana, beş vakit namaz kılmayan ben bile gitmiştim. Komünist faaliyetlerin hızla ilerlediği o günlerde, onlara nisbet edercesine yapılan faaliyetler yanlıştı. Bunlar, memleketin selâmeti için uğraşan, o zamanki hükümeti de zorda bırakıyordu.
Zaman zaman, Risale-i Nurlar’dan bahisler de oluyordu. Ama oradaki düsturlara dikkat etmiyor, tatbikat ve fiiliyatta yanlışlar yapıyordu. Risale-i Nurlar’la müşerref olduğumuz, 1970 senesine kadar aldığımız Bugün Gazetesi’ni, Risale-i Nurlar’ın dünyadaki tek nâşir-i efkârı olan Yeni Asya’yı almaya başlayınca, almaktan vazgeçmiştik. Zaten, 12 Mart 1971 hadisesinden sonra o gazete kapatılmış, Eygi’de uzun bir müddet yurt dışına gitmişti.
Dediğimiz gibi, muvazenede birtakım noksanlıkları olsa da kendine göre bir İslâmî faaliyetlerin içinde olan Eygi, daha sonraları tekrar Türkiye’ye avdet etmiş, bir-iki gazete çıkarmış, fakat eski rağbeti pek yakalayamamıştı. Ömrünün sonuna kadar da çeşitli gazetelerde yazmış, onun fikirlerinden istifade edenlerin iktidarlarındaki yaptığı yanlışlara karşı onun söylediği şu söz de tarihe kayıt edilmiştir. “Önce mücahid, sonra müşahid, şimdi de müteahhid oldular.” Öyle veya böyle, hatasıyla sevabıyla, İslâmî hizmetlerde bulunan M. Şevket Eygi’nin vefatı zamanında yazamadığımız bu makalemizle Allah’tan rahmetler dileriz.