10 Kasım haftasına girdik ya, yine provokatör, heykel kırma teşebbüscüleri boy göstermeye başlar. Hatırlayanlarınız olabilir.
Bundan iki sene evvel, yine bu haftada, Samsun’da M. Kemal heykeline bir hücum olmuştu. Hani, zaman zaman yapılan bir heykel kırma teşebbüsü provokasyonu. “Provokasyon” diyorum, çünkü şimdiye kadar yapılan o gibi hareketler, hepsi birer provokasyondur. 5816’nın kanunlaşmasının sebebi de, ne idüğü belli olmayan bir provokatör olan, “Pilâvoğlu”ndan bu tarafa, bu işe kim teşebbüs etmişse, hepsi de, alâkasız provokatörler çıkmıştır.
O zaman, Samsun’daki bu haberi duyar duymaz, hemen şunları söyledik: “Bu iş, ‘dördüncü devreyi’ uzatmaya çalışan piyonların işidir” ve sonradan, dediğimiz çıktı. O, “tertib” olan fiili irtikâb eden iki amcazade imiş. Bu kafadarların sicillerinde de, otuzdan fazla suç varmış. Uyuşturucu kullanmaktan, satmaktan tutun, adam yaralamaya, alkollü vasıta kullanmaya kadar, enva-i çeşit suç sahibleri. Ve bu kafadarlar da, “Atatürk düşmanı, heykel kırıcı” ha? Güldürmeyin adamı…
Eeee… vaziyet vuzuha kavuşup, işin gerçek şekli ortaya çıkmasına rağmen, hâlâ mal bulmuş mağribi gibi, o alâkasız şeyden, alâka peydahlayıp, dine, dindara vurmak da ne oluyor peki? Bir taşla, birkaç kuş vurmaya bayılan bu mübtezeller, heykelperestliklerini herkese de teşmil etmek istiyorlar. Kendiniz, ne yaparsanız yapın da, milleti zorlamayın, germeyin! Bak ne güzel işte, Kemaleddin Kamu Kemalistinin; “Kâbe Arab’ın olsun/Çankaya bize yeter” dediği gibi, heykelin etrafında, sabaha kadar “tavaf” da ettiniz.
Bu işin üstüne atlayıp, ortalığı velveleye veren gazetelerin biri de; “Dünyada, heykelinden korkulan tek lider” diye yazmış. Doğru. Dünyada, heykelperest başka millet kalmadı ki… Kızılderililer bile, totemlere; “Ey ulu manitu!” diye, tapınmayı bıraktıkları hâlde, bu işe devam edenler, demek ki dünyada tek. Bu işin, eşi-benzeri yok!
Allah aşkına, bu aziz milletin, başka işi, gücü mü yok? Millet, bir müddetten beri, geçim sıkıntısıyla, fâhiş ve katlamalı zamlarla uğraşıp, ayakta ve hayatta kalmaya çalışırken, bir lüzumsuz şeyle milleti, tedirgin etmenin, uğraştırmanın mantığı yoktur!
Heykeller, Müslüman milletlerin işi değildir. Nitekim M. Kemal, İstanbul Sarayburnu’na, ilk heykelini diktirmeden evvel, Üstad Bediüzzaman Said Nursî Hazretlerinin fikrini almaya çalışır. Üstadın, Van’a gitmek üzere trene binmek için geldiği Ankara Garı’ndaki son görüşmelerinde M. Kemal, Üstada sorar: “Molla Said! Heykel meselesindeki fikrin nedir? Ben Sarayburnu’na bir heykelimin dikilmesini istiyorum. Buna ne dersin? Bunun bir fetvasını bulabilir misin?” Birinci dünya harbinin, gönüllü alay kumandanı (albayı) olan, İstiklal Harbine o zamanki şeyhulislâmın verdiği menfi fetvanın aksine, verdiği fetva ile İstiklâl Harbini destekleyen fetvayı veren ve M. Kemal’in “kahraman hoca!” dediği Üstadın, bu sözlere canı çok sıkılır ve şöyle cevap verir: “Paşa! Biz sana, heykel dikmen için mi yardım ettik? Millet bunun için mi harb etti? Büyük Kur’ân’ımızın bütün hücûmu heykelleredir! Müslümanın heykelleri; camiler, medreseler, hastahaneler, yetimhaneler gibi mâbedler ve hayır müesseseleridir.”