1970 senesinde, Risale-i Nurlarla müşerref olduktan sonra onu, Yeni Asya Gazetesindeki makalelerinden tanıdım.
Ve birkaç defa severek okuduğum ve çok kimseye de, tavsiye ettiğim “Minyeli Abdullah” romanının yazarıydı. (Seneler sonra Mısır’a gidip, üç ay Kahire’de kalıp, Minye’yi de, Mısır insanlarını da görüp, tanıyınca, romanı daha güzel anlamıştım.)
Çok güzel ve kuvvetli bir kalemi vardı. Ufku ve tefekkür dünyası genişti. Hattâ Yeni Asya’daki köşesinin klişe ismi de, “Tefekkür” idi. Makalelerinin hemen hemen hepsi, daha sonra; “Maznun, düşünceler, yapraklar” ismi altında kitap olarak da, Yeni Asya yayınları arasında, ilk neşredilen kitaplardan olmuştu.

Anlatmak istediklerini, kısa, öz ve herkesin idrakine hitab edici, anlayacağı bir dilde yazar, kesinlikle “uydurukça” kelimeler kullanmaz ve o köksüz ve uydurma kelimelere şiddetle muhalefet eder ve bunu da makalelerinde îzah ederdi. Öyle, çok lâf kalabalığı ile sütunları doldurarak yazmazdı.
Esas mesleği astsubaylıktı. Üstadı ziyâret edip, duâsını alanlardandı. Devlet memuru olduğundan dolayı olsa gerek, “Hekimoğlu İsmail” müstear ismini kullansa da, esas ismi “Ömer Okçu” idi.
Yeni Asya’da yazdığı zaman, her gün, muntazaman okuduğum, iki muharrirden birisi o, diğeri de; Ahmed Şahin Hocaydı. Kaderin hikmeti, bir müddet sonra da, ben gazetede yazarak, onunla sütun komşuluğu yapmıştım.

Ankara Yeni Asya büromuzun, Ulus Kediseven sokaktaki bürosuna yakın, “sanayi iş hanı” vardı. Oradaki bir salonda, (tahminimce 1972-73 seneleri olabilir.) konferans vermişti. Bayağı bir kalabalık vardı. Hiç unutmadığım şeylerden biri de, ona, orada sorulan bir sûale verdiği cevabtı. Dediler ki: “Neden dindarlar arasında birçok ihtilâf, fikir ayrılığı var?” cevaben: ”Aslında ayrılık yok. Türk silâhlı kuvvetlerini düşünün! Kara- deniz ve hava kuvvetleri var. Hepsinin de, elbisesinden, silâhına kadar farklılıklar var. Ama hepsi de, Türk silâhlı kuvvetleri çatısı altında hizmet ediyor. İşte, dindar, Müslüman insanları, cemaatleri de, böyle, İslâma, ‘çeşitli şekillerde hizmet ediyorlar’ diye, düşünebilirsiniz” demişti.
Konferans sonrası, Ankara büromuza gelmişti, orada tanışıp, konuşup, hâlleşmiştik. Genç yaşta yazmamızdan dolayı çok memnun olmuş, bir iki taktik ve nasihatler vermişti. “Bak kardeşim, uzun yazma. Uzun yazıların okunma şansı, daha azdır. Anlatacağını kısa ve öz anlatmaya çalış, uydurukça kelimeler kullanma! Mümkün oldukça, kendi dağarcığında olanları yaz.” demişti. Ve yazı hayatımda da, mümkün olduğunca, onun nasihatlerini dikkate alarak, onu kendime rehber ittihaz etmiştim.

Bir ara, gazetemizde onun idâresinde “sanat ve edebiyat dünyası” köşesi, açılmıştı. Normalde, yazdığımız makaleleri gazetenin adresine yollarken, “Yazı işleri servisine” derdik. Ama onun köşesine yollayacağımız zaman da, doğrudan “sanat ve edebiyat dünyası” diye yazar, ona yollardık. Birkaç makalemiz de, orada neşredilmişti. Ve dikkat etmiştim, yazdıklarımızı tashih etmeden, doğrudan sayfaya koymuştu.
Dindar insanların, ticârî ortaklığına ehemmiyet verir, teşvik edici makaleler yazardı. Hattâ Ankara’da, zannedersem “ticaret han” idi, orası merkezli, “Türdav” isminde, kooperatif şeklinde bir şey te’sis ettirmiş, birçok arkadaşımızın da, üye olmasına sebeb olmuştu.

1975 senesi idi galiba, Yeni Asya’dan ayrılmıştı. Ben ve benim gibi, birçok arkadaş, buna üzülmüştü. Daha sonraları, fazla irtibatımız olmamıştı. Birkaç sene evvel felç geçirmiş, biraz da, yatağa mahkûm olmuştu.
15 Ocak 2022 gecesi, vefat haberi geldi. Allah rahmet eylesin.
Makamı, mekânı, Cennet olsun inşâallah! Sevenlerinin ve akrabalarının başı sağ olsun!