Her kriz döneminde gidişattan memnun olmayan millet, bir umut olarak tecrübeli ve güvendiği liderleri göreve çağırarak çaresizliğini dile getirir ki, “Kurtar bizi baba” ile belki de en çok aranılan lider Demirel olmuştur.
Son günlerde gittikçe artan bir Demirel özlemi var. Her menfi hadisede onu arıyor, “O olsaydı böyle yapmazdı” diyenlerin sayısı gün geçtikçe artıyor, içinde bulunduğumuz bu dar geçitte Demirel’e ve Demokrat liderlere olan ihtiyaç daha bir intizar ediliyor.
Peki, Demirel böyle aranacaktı da, neden onu sağlığında anlamamış, sağdan soldan vurmalarla “6 kere gitti 7 kere geldi, şapkasını aldı da gitti, 70 cente muhtaç olduk, 1 cent yok” gibi tenzillerle gözden düşürmeye çalıştık. Bir kere demokrasiyi hazmedememiş toplumlarda demokrat olmak kolay iş değildir. Kendi fikrinize ters düşse bile her görüşe eşit mesafede durmak sağdan sola radikal unsurları ve fanatikleri memnun etmez.
Eğer popülist politika üretemezseniz sizi harcamak isterler. Özellikle basınla aranızın iyi olması gerekir, hatta emrinizde... Eğer rahmetli Demirel’e bir eleştiri getirilecekse bu noktada halefleri eline su dökemez. Kabul etmek gerekir ki Özal ve Erdoğan, popülist politikalarla basını kendilerine taraf etmeyi iyi becerdiler. Hatırlarsanız o günkü gazeteler aynen bugün gibi iktidara biat etmişlerdi. Ancak Demirel, bu mevzuda demokrat olmanın gereği basınla mesafeli durdu. Böyle olunca da basın habbeyi kubbe yaparak gündemi gereksiz yere meşgul edip vatandaş nezdinde iktidarı gözden düşürmeye çalıştı.
Özal ve Erdoğan dönemlerinde tam tersi yapılarak hükümetin büyük yanlışları görmezden gelinip, üstüne muhalefeti suçlu gösterme yarışına girdiler.
Aleyhinde en çok iftira kampanyası yapılan ve en çok menfî karikatür çizilen lider Demirel’dir. Ancak hiçbir basın kuruluşuna ve gazeteciye dâvâ açmamıştır. Onun döneminde tutuklu bir gazeteci bulamazsınız.
Hatta Antalya’da bir vatandaş Demirel’e hakaretten tutuklanır, merhum bunu duyunca hemen avukatı olan Ulaştırma Bakanı Yaşar Topçu’yu görevlendirir. Demirel: “Durup dururken bir ülkenin vatandaşı Başbakanına sövmez. Yaptığımız uygulamalarla kim bilir adamı nasıl bunalttık ki, bize galiz küfürler etmiş. Hemen git, o vatandaşı hapisten çıkar, gel. Sevaba girersin.”
Bu gün ise aleyhte kim varsa ya susturuldu, ya da kodesi boyladı.
DEMİREL VE ÇARPITILAN GERÇEKLER
Senelerce çarpıtılan ve halen de kullanılan ‘‘70 Cent’’ meselesi ki kendi ifadesiyle:
“1975 senesi ‘hac’ mevsiminde Türk vatandaşlarının İslâm’ın farzlarından olan ‘hac’ ibadetlerini yapabilmesi için136 bin kişiye hacca gitme imkánı sağlanmıştır. Bu rakam, uzun seneler içerisindeki en yüksek rakamdır. Bunun için 70 milyon dolar tahsis edilmiştir. Bunu çok önemsediğimi ifade edeyim. Zira, devlete yakışan bir görev yerine getirilmiştir. Buna rağmen, yeni talepler gelmeye devam etmiş bilhassa otobüs şirketleri bu taleplerin öncülüğünü yapmıştır. Bunlara verdiğimiz cevap: ‘Ülkenin 70 cente ihtiyacı varken, bu hizmete 70 milyon dolar verilmiştir. Bunu takdirle karşılayın, daha fazla talepte bulunmayın.’ Bu bir üslûp meselesi ve bir beyan tarzı idi.”
‘‘1 Cent’’ meselesi
Türkiye’nin, Cumhuriyet’in kurulduğu tarihten bu yana en önemli meselesi, ödemeler dengesi olmuştur.
Türkiye’nin döviz kazancı, hayatî öneme haizdir. Bunun için Türkiye, sanayileşmeye gidecekti. Sanayileşmenin birinci şartı elektrik, ikinci şartı ulaşım, üçüncü şartı ise sermaye ve teknolojidir. 1965 Türkiyesi’nin bütün döviz kazancı, 450 milyon dolar iken, 2000 yılındaki döviz kazancı 45 milyar dolardır. Tam 100 misli. Buna rağmen Türkiye’nin döviz ihtiyacı karşılanamamaktadır. Döviz ihtiyacını borçlanarak karşılayan her ülke, 1 cent’e muhtaçtır. Anlatılmak istenen odur.”
Şimdi durum nedir? Döviz rezervleri sıfırlanırken siyasalcı basın milleti kandırmakla meşgul; “Dünya bize düşman..”
İbretlik bir anekdot
Bugün konvoylar eşliğinde tanesi 1.5 milyondan eskortlarla Cuma namazına gidilirken, işte Demirel; MSP’li biri bizim camiadan bir dostu bir camiye götürmüş. Erbakan korumaları ve son model mercedesle Cuma namazına gelirken MSP’li; “Gördün mü bak bizim hoca hiç Cuma namazı kaçırmaz, hani sizin Demirel?” sormuş. Bizim ağabey de; “Haftaya gel seni bir yere götüreceğim” demiş. Cuma günü ara yerde bir camide beklerken Demirel, Murat marka bir arabayla korumasız, gösterişsiz sessizce camiye girmiş. Bizimki; “Camiye böyle gelinir, öyle âlâ-yı vâlâ ile değil..” diye cevabını vermiş. Müfterilere duyurulur.